Çoçukların doğumgünleri yaklaştığında kafamda binbir gece masalları türünden hayaller uçuşmaya başlıyor: pastamız, hediyeler, süsler, elbisemizin rengi, kumaşı, modeli vs derken yapılacaklar listesi uzadıkça uzuyor. Sanırım en çok da bu hayal etme kısmını seviyorum. Lakin doğumgünü tarihi yaklaştıkça liste kısalmaya başlıyor. Elbette yaptım, bitirdim, hazır türünden bir kısalma değil, aman Allah im doğumgününe çok az kaldı, listeden üç en önemli konuyu seç ve hemen başla türünden bir kısalma… Öyle de oluyor, mesela yeni bir kek aramanın ve denemenin vakti değil diyorum; iki kalıp sünger kek pişiriyorum , arasına pastaci kremasi ve bol çilek, üzerini de tereyağ kremasıyla sıvadık mı tamamdır. Doğumgünü elbisesi?… ondan vazgeçemem. zaten annecik gectiğimiz üç ay hastalıklarla boğuşmaktan dikiş makinasının yanına yaklaşamamış, özlem sona ermeli diye düşünüyorum, doğumgünü bahane. Ama elbisenin modeli basit olmalı… Happy Homemade den bir model seçiyorum. Sonra gözüme Nani Iro nun çift gauze den yapılmış renkli puantiyeli bir kumaşı takılıyor. Kumaşı hangi amaçla aldığımı hatırlıyorum, keyfim kaçıyor… sonra babamın biz küçükken bayramda diktiği elbiseler aklıma geliyor, katlı ve puantiyeli… Ne çok severdim…Bennu nun da benim gibi puantiyeli bir elbisesi olsun istiyorum. Fazla nostaljiye kapılıp anıların içinde kaybolmadan kafamdaki orijinal planı iptal ederek kumaşı raftan çıkarıp masaya koyuyorum. Çocuklar uyurken bir gece kesiyorum, diger gece dikiyorum, basit bir elbise ama yakasına ipek bir kurdela geçirdiğimde yüzümde kocaman bir gülümseme beliriyor, bu elbiseyi Bennu sevecek, eminim… peki süsler? … Geçen senelerde diktiğim kumaş ve kağıt süsleri tekrar tekrar kullanmanın keyfine diyecek yok, biraz tamir ve bir kaç yer değiştirmeyle bu iş de kısa sürede sonlanıyor. Ya hediyeler? … O iş zor görünüyor. Aylar once anneye siparişi verilmiş bir bez bebek. Geçen sene diktiğim Papatya nın erkek versiyonu, ismi Ali ymiş. Bavulu bile hazırmış… Papatya onu büyük bir heyecanla bekliyormuş, düğünleri olacakmış. Amma… Nerden baksam elbiseleriyle birlikte minimum 20 saat sürecek. Hemen parmak hesabına başlıyorum, Bera nin uyku saatlerini topluyorum, gece 1-2 saat uykusuz kalmayı da göze alıyorum…ıhh ıhh, hesap ortada. Kendimi hızlıca toparlıyorum. Almila ya ilk aldığım bez bebeğin Brezilya da bir kadin kooperatifi tarafindan etik şartlarda ve adil ücretlendirmeyle yapıldığı aklıma geliyor. Bebeği fazla vakit kaybetmeden ısmarlıyorum. İçime pek sinmiyor, nedense kendimi rahatlamış hissetmiyorum. Durumu Bennu ya anlatıyorum, yüzü asılıyor, çünkü bebek Papatya ya degil Gül e benziyor. Evin içinde turlar atiyor, düşünceli gorunuyor, bir müddet sonra koşarak geliyor, gözlerinin içindeki ışıltılar geri gelmiş. Bebeğin ismi Adem olsun, Papatya yla değil, Gül’le evlendirelim diyor. Tamam diyorum. Gülümsüyorum ama yine de çok sevinemiyorum, sanki bir şeyler eksik kalıyor, bu kadar çabuk kabullenmeseydi, ısrar etseydi, belki yetiştirirdim diye iç geçiriyorum. Listeye göz atıyorum, Almila nin da gönlü olsun diye ona uzun süredir söz verdigim çanta gözüme çarpıyor… model ve kumaş aklimda, hatta kalıplarını da çok uzun zaman önce hazırlamıştım, bir değil iki tane diksem, olur mu? Olur. Türkiye seyahati öncesi çok da kullanışlı olur, cocukların bavul taşımaları yerine içi geniş bol hazneli cantalarının olması fikri hoşuma gidiyor. Lakin evdeki hesap çarşıya pek uymuyor, çantalar bitiyor bitmesine de anne her doğumgününde olduğu gibi iki-üç gece uykusuz kalıyor. Galiba her yeni doğumgününde uykusuz kalacağını da biliyor… Uykusuzluk anı geldiğinde de bir şeyler üretebilmenin, çocuklarının gözlerindeki ışığı hayal etmenin, ve belki de gecenin sessizliğinde kendini dinlemenin keyfini çıkarıyor.
Ve “sonra” geliyor…
Bir doğumgünü masalı daha basliyor…