sonbaharın gelişiyle evimiz iyice hareketlendi. havaların serinlemesiyle yaz aylarının üzerimize çöken ağırlığını ve tembelliğini yavaş yavaş ardımızda bırakip kendimizi önümüzdeki günlerin telaşlı koşuşturmasına hazırladık. eylül ayıyla birlikte sabahın erken saatlerinde bahçede başlayan hareketli ve uzun günler, gecenin karanlığına karıştı. yağmurların da gelişiyle derin bir nefes alan bahçemizden sebzelerimizi topladık, evimize taşıdık… bazıları boldu, bazıları az. miktari ne olursa olsun toprağın cömertliğine, sonsuz ve karşılıksız verişine yine boynumuz büküldü, yüzümüz kızardı… ne diyeceğimizi bilemedik.
önce bahçemizi sardı domates kokuları, sonra evimizi… aşımıza kattık, salçalar pişirdik, fırınladık, tarhana hamurları yoğurduk. ekşi hamur kokularını içimize çektik. uzaklarda bir yerde çoçukluk anılarımızla buluştuk. ekşiyen tarhanamızdan ekmek yaptık, sebzelerimizden turşular kurduk. yuvamizi derledik, temizledik. yün yorganlarımızı güneşle, duvarlarımızı yeni renklerle buluşturduk… evimizi, dönüşen mevsime hoşgeldine hazır ettik. sonra odunlar taşıdık bahçemize. zorlandık ama elbirliğiyle yükümüzün azalacağını bildik, şikayet etmemeye gayret ettik. odunları yıkılmadan üst üste yerleştirmenin sanatını daha da iyi öğrendik. ve farkettik ki üst üste dizilen odunların zerafetindeydi hayat, ne ötede ne beride.
ve dokunduğumuz toprak, yeşil çimenlerin üzerinde kıvrılan solucan, az ileride yansımamızı gördüğümüz su birikintisi… hepsi hayat.
gönlümüz istemeye istemeye yaz çiçeklerimizle vedalaştık. saksılar doldu, boşaldı; doldu, boşaldı…
tatlı bir telaşla hem çalıştık, hem de şükrettik. hayatın sırrını kitap satırlarında değil, ellerimizle yoğurduğumuz emekte bulduk. emek verdikçe kalp yüzünü içe döndü; orayı besledi, büyüttü.
yeri geldi ellerimiz çamur oldu, yeri geldi kızardı, yeri geldi nasır tuttu. yeri geldi yorgunluktan yattığımız yeri görmedik. yeri geldi uykusuz kaldık…
ve sonra bir gün, hepsi geçti, gitti, bitti.
geriye çoçuklarımıza bıraktığımız kokular ve hayatın kendisi kaldı.