portfolyo işi nihayet tamamlandı. mektupları, belgeleri teslim ettik. yeni öğretim yılında evde eğitime devam etmek için başvurularımızı da yaptık. artık derin bir nefes alma vakti geldi. okulsuzlukla ilgili yazı dizisi icin 5-6 bölüm hazırladım, önümüzdeki hafta yayınlamaya başlayacağım. bu konuda yazmak ile ilgili tereddütlerim hala devam ediyor olmasına rağmen (bunun sebeplerini ayrıntılı olarak yazı dizisinin başında açıklayacağım) yazabilmek bana iyi geldi. okulsuzluk nedir, ne değildir sorularına cevap vermek yerine sadece kendi deneyimlerimizi kaleme alınca yazılar bir hikaye formuna giriverdi, ben de sevmeye başladım bu süreci.
geçtiğimiz iki haftada neler oldu, hatırladıklarımı özetlemeye çalışayım. önce bir hafta sonu ailece çilek toplamaya gittik. çilek mevsimi burada geç başlıyor, genelde haziran ayının ortasını buluyor. yeni keşfettiğimiz çiftliğin ilaçsız çilek yetiştirdiğini ve “kendin topla” seçeneği verdiğini öğrenince, ilk fırsatta ziyaret edelim dedik. biz sepetlerimizi de götürdüğümüz için çiftliğin girişinde önce sepetlerimizi tartıp sonra bizi çilek toplayacağımız tarlaya yönlendirdiler. çayırların arasında yürüdükten sonra çilek tarlasına vardık. çocuklar minik sepetlerini ellerine alip en kızarmış çilekleri seçme yarışına girdiler. beş kişi yarım saatte neredeyse 10 kilo çilek topladık. bu tarz çiftlikleri ziyaret etmeyi, toprakla buluşmanın yanı sıra, çiftlikte işlerin nasıl yürüdüğüyle ilgili gözlem yapmamızı sağladığı için de faydalı buluyoruz. elbette en güzeli çeşit çeşit meyve ağaçlarının olduğu köy bahçelerinde, ağaç tepelerine çıkıp en lezzetli olanları seçerek oracıkta yemek. ama çocuklar için bu da güzel bir alternatif oluyor.
bu sene bizim bahçemizde de meyve veren ağaçlarımızın sayısı ikiye yükseldi. bir elma, bir de şeftali ağacımız var, bir de henüz meyve vermeyenler… şeftali ağacımız, onu ilk diktiğimiz üç sene önce, dondurucu soğuklarla geçen ağır bir kış mevsiminden sonra kurumaya yüz tutmuştu. bir sonraki sene ise alt dallarından filizler vermiş, ama yaz sonunda da dalları sağa sola uzanmasına rağmen çiçek açmadığı için meyve vermeyeceğine kanaat getirmiştik. bu sene başında şeftali ağacımız bize bir sürpriz yaptı. ilk çiçeklerini ve meyvelerini vermeye başladı. hatta abartmıyorum üzerinde 70-80 adet minik şeftali var (çocuklar saymışlar ). ilk gördüğümde kavramakta bayağı bir zorlandım, gözlerimi ovuşturdum, bu gerçek olamaz derken farkettim ki bütün yüzümü tebessüm sarmış. herhalde uzun süredir böyle mutlu olmamıştım.
geçtiğimiz hafta sonu yaz başından bu yana planladığımız başka bir projeyi de hayata geçirme fırsatı bulduk. bahçeye çocukların oynaması icin çamur mutfağı ( mud kitchen) yaptık. geçen sene derme çatma bir mutfağımız vardı ama pek kullanışlı değildi. pinterest ten bir süredir değişik fikirler topluyordum. bülent böyle konularda biraz daha pratik düşündüğü için, uzun süredir sağdan soldan bulduğu ve bahçenin arkasına yığdığımız paletlerden bir mutfak yapsak nasıl olur dedi? olmaz mı, elbette deyince kolları sıvadık. 3-4 saatin sonunda içinde rafları da olan bir mutfak çıkıverdi ortaya. raflara benim ara sıra sağdan soldan ikinci el topladığım çanak çömlekleri, ve küçük bir su semazenini de yerleştirince oldukça işlevsel bir mutfağımız oldu. bir kaç gün önce de iki saksıya tırnak çiçeği ekip etrafı süsledim. hafta sonu da çocuklar mutfak ocaksız olmaz diyerek tuğlalardan minik bir fırın yaptılar, sonra odun toplayıp ateş yaktık. çocuklar da ateşin üzerinde geçen hafta ilk defa yumurtlamaya başlayan tavuklarımızın minik yumurtalarını kaynattılar.
haziranın ortasından sonra, devlet okullarının da kapanmasıyla yaz kampları da basladi. biz genelde kamplar konusunda oldukça seçiçi davranıyoruz, aslında bir çok kamp ve organize aktiviteden uzak duruyoruz. çocuklar bütün gün evin dışında olmayı tercih etmiyorlar; yaz kampı olarak sadece yüzme takımına devam etmek istiyorlar. evimizin yakınlarındaki açık yüzme havuzunda her yaz gönüllü aileler tarafından yürütülen bir yüzme takımı kuruluyor. havuzu bir uçtan diğer uca yüzebilen bütün çocuklar çok küçük bir meblağ ödeyerek katılabiliyorlar ve iki ay boyunca her gün havuzda yüzme fırsatı yakalamış oluyorlar. haftada bir defa da komşu havuzlarla yüzme yarışları yapılıyor. burada aileler spor aktivitilerinde oldukça etkin oldukları için (gönüllülük esas) yarışlar da tam bir şenlik havasında geçiyor. bizim kızlar için en güzel yanı havuza bisikletle tek başlarına gidip gelebilmeleri. sabah 7.30 dan 11.30 a kadar havuzda kalıyorlar. orada yeni arkadaşlıklar edinip oyunlar oynuyorlar. biz de arada onları ziyarete gidip izliyoruz. bu onlara hem bağımsızlık kazandırıyor, hem de sosyal ilişkilerini güçlendiriyor. üstelik anne babanın gözetiminde olmadan kendi işlerini yürütebilme becerisi kazanıyorlar. bütün bunlara rağmen organize aktivitelerin okulsuz çocuklar için hayati bir önemi olduğunu düşünmüyorum; bu konudaki düşüncelerimi de yazı dizisinde ayrıntılı bir şekilde anlatmaya çalışacağım.
şimdilik burada ara vereyim. önümüzdeki hafta okulsuzluk yazılarıyla yine burada olacağım.