okulsuzluk, hayatımıza düşünsel olarak daha derin girmeye başladıkça, okulun ve okulsuzluğun, çocuklarımızın bilişsel ve duygusal gelişimi üzerindeki olumlu veya olumsuz etkilerini de farklı perspektiflerden inceler olmuştuk. çoğunluk tarafından kabul görmüş her gerçek (veya gerçekmiş gibi algılanan her doğru), bizim için, üzerinde düşünülmesi gereken bir konu haline geliyordu. okulsuzluğa geçişimizle birlikte, doğru bildiğimiz gerçeklerin, aile yaşantımız üzerindeki etkilerini de yavaş yavaş hissetmeye başladık.
biz pek farketmesek de, okul yaşamı, aile dinamiklerimizi derinden etkilemisti. almila nın kısacık okul geçmişinde, bütün yaşantımız, sabahtan akşama kadar o iki buçuk saatlik dilime odaklı olarak geçiyordu. sabahları apar topar kalkmak, giyinmek ve kahvaltı yapmak, okula yetişmek, okulun düzenlediği aktiviteleri takip etmek, eve gelmek, haftada en az bir defa okulla ilgili bir programa katılmak, okulun finansal destek kaynaklarını artırmak için gönüllü çalışmak, tatillerimizi okulun programına göre ayarlamak günlük rutinimizin bir parçası haline gelmişti. okul eksenli bir düzenin içine girdikten sonra; kendi aile düzenimizi oluşturmak, sadece hafta sonlarına ertelenen, anlamsız bir çelişkiye dönüşüyordu. yani okul var oldukça, bizim yaşantımız da, okula odaklı olarak programlanmaya mecburdu.
okulsuzlukla birlikte, aile olmanın getirdigi sorumluluklar da artmaya başladı. kendi aile yaşantımızı kendimize göre düzenlemek, tamamen bizim sorumluluğumuza geçmişti. bir taraftan “okula yetişmek” gibi bir sıkıntımız artık olmayacaktı. diğer taraftan, alışık olmadığımız bir boşluk ve ne yapacağını bilememezlik hali üzerimize sinmişti. ev içi dengelerimizi tekrar kurmamız gerekiyordu. bu dönemde yaptığımız kısa ve uzun süreli seyahatlerin, aile olarak birbirimizi tekrar tanımamıza ve bütünleşmemize, birbirimizle olan ilşskilerimizi güçlendirmemize çok olumlu etkileri oldu. her zaman yaz aylarında yapmak zorunda olduğumuz kısa tatil veya TR seyahatlerimizi, artık sezon başı ve sonlarında, fiyatların ekonomik açıdan çok daha uygun olduğu bahar aylarında yapabiliyorduk. zamanla bu seyahatlerimizin ayni zamanda çocuklarımızın algısını genişleten, dünyaya bakış açılarını çeşitlendiren, kitapla sınırlı olan bilgilere, deneyimleyerek ulaştıran bir ortam hazırladığını da görmeye başladık.
çocuklar; çevreleriyle etkileşimlerini arttırdıkça, farklı insanlarla tanıştıkça, ve farklı ortamları ziyaret ettikçe, okulsuzluğun (veya evde eğitimin) dezavantajı olduğu iddia edilen sosyalleşme problemi de en başından itibaren ortadan kalkıyordu. çocuklar, insan olmanın bir gereği olarak hayatın içinde doğal yollarla sosyalleşebiliyorlardı.
o dönem ve sonrasında, çocukların sosyal gelişimlerindeki en büyük engelin okulsuzluk değil, tam aksine okul olduğunu düşünmeye başladım. okulun çocuklara verebildiği ortam yetişkin kontrollü ve yapaydı. çocuğun gerçek arkadaşlık ilişkilerini kurabildiği oyunu paylaşmak, okullarda sadece 10 dk’ lik tenneffüsle sınırlıydı. teneffüsler, benim gözlemlemlerime göre, gününün büyük bölümünü oturarak geçiren çocukların enerjilerini boşaltmak, fiziksel hareket ihtiyaçlarını karşılamak, yemek ve tuvalet ihtiyaçlarını gidermek için bir araçtı. 4 saatte toplam 40 dk fiziksel ihtiyaç molası veren çocuğun aynı zamanda sosyalleşmesi bekleniyordu.
sınıf içerisindeki düzen ise tamamen öğretmenin kontrolündeydi. geleneksel eğitim veren okullarda, öğretmen ders saati içinde kendi bilgilerini aktarıyor, çocuk pasif bir şekilde dinleyip, notlar alıyordu. yanındaki arkadaşıyla konuşmak, ses çıkarmak, sınıf düzeni içerisinde rahatsızlık yaratıyordu. üstelik okullarda sık sık karşılaşılan akran zorbalıkları, sınıf içerisindeki ekonomik statü üzerine kurulan arkadaşlıklar, vs gibi, bir öğretmenin tek başına çözmekte çoğu zaman zorlanacağı problemler de okullaşmanın bir parçasıydı. ve maalesef bu kadar problemin içinde, okuldaki “sosyalleşme”, bir çok aile tarafından, çocukları adına, doğal ve kazanılmış bir hak olarak algılanabiliyordu.
biz bu konular üzerinde düşünüp, içselleştirmeye çalışırken; diğer taraftan, bize karşı esen rüzgara tam tersi istikamette giden bir teknede sürekli kürek çekmek zorundaydık. öncelikle, kararımız için oldukça endişelenen ailelerimiz vardı. bu çocuklar niye okula gitmiyorlar?, okumayı, toplamayı, çarpmayı nasıl öğrenecekler?,okula gitmeyen çocuk olur mu?, gibi her konuşmamızda ve her ziyaretimizde sonu gelmeyen sorulara büyük bir sabır ve özveriyle cevap vermemiz gerekiyordu. elbette durumu açıklamak zorunda olduğumuz sadece kendi ailelerimiz değildi. her girdiğimiz ortamda, neden sorularını takip eden açıklamalarımız; “eee sonra ne olacak?” sorusuyla sonlanıyordu. bizim uzun yıllardır üzerinde düşündüğümüz konuların, on dakika veya bir saat gibi kısa bir sürelik açıklamayla, yıllardır yerleşmiş algıları yıkmasını beklememiz elbette pek mantıklı değildi. zaten zamanla, insanların önyargılarının ve tuhaf sorularının hiç bir zaman sonunun gelmeyeceğini de öğrenecektik. kendi ailelerimiz ise, bir müddet sonra, bizim kararlılığımızı gördükçe, bu durumu kabullenmeye başlayıp, sorulardan ve sorgulamalardan vazgeçtiler.
elbette, çoğunluğun en büyük kaygısı “sonra ne olacak?” tı. dünyanın her yerinde, insanlar otomatikleşmiş bir şekilde “yarının güvencesine” sahip olmak için çalışıyorlardı. bir çok insan için okulsuzluğun önündeki en büyük engel de “yarının garantisinin” olmamasıydı. elbette bizler de bunun gayretindeydik. biriken borçlarımızdan bir an önce kurtulmak, çocuklarımızın üniversite hayatını garanti altına almak, onların iyi birer meslek sahibi olması için çalışmak, çalışmak ve çalışmak zorundaydık. bunun aksini kim iddia edebilirdi?
fakat akademik yaşantım sırasında, başıma gelen bir olay, bu kabullenişi sil baştan sorgulamama sebep oldu. yaşadığım o gerçek üstü gün ve sonrasında hissettiklerim (bkz. kablumbağanın öyküsü), okulsuzluğun da hayatımıza girmesiyle, başka bir boyut kazanmaya başladı.
evet, okulsuzluk bize, çocuklarımızın gelecekteki hayatına dair, hiç bir şeyin garantisini vermiyordu, veremiyordu. hatta okulsuzluk, küçücük bir teknenin içinde; yolunu, izini bilmediğimiz kocaman bir okyanusta yol almak gibiydi. okyanusun güçlü dalgalarına karşı koyabilmek için, elimizde hiç bir korunağımız yoktu.
ama farkında olmadığımız bir şey daha vardı: o büyük dalgaların sadece bize değil; hepimize, herkese, aynı şiddetle vurabileceğini, ve belki de yutabileceğini henüz bilmiyorduk. yaşamın bütün anlamını sadece bir mesleğe ve ekonomik refaha adarken, ve sonu gelmez ihtiraslarımızın peşinde koşarken, hepimizin aynı okyanus içinde yol aldığımızı unutuyorduk.
wade davis in, aborijinlerin küçücük sandallarla, okyanusun derinliklerinde, polenezya adalarını keşif yolculuklarını anlattığı the wayfinders kitabında anlattığına göre; aborijinler, hiç okuma, yazma bilmeden ve yolumuzu bulmamıza yardım eden bilimsel aletlerin hiç birine sahip olmadan; yüzlerce farklı yıldızın isimlerini öğrenerek; ve dalga döngülerinin ve bulutların şekillerinin uzaktaki adalarla ilişkilerini analiz ederek, açık denizlerde yol alıp keşifler yapabiliyorlardı.
modern hayatın ve okullaşmanın bizim üzerimizdeki en yıkıcı etkisi, aborijinlerin hep sahip olduğu, ve açık denizlerde yollarını bulurken kullandıkları sezgileri, yok etmemizdi. bizler yarın için çalışır ve kendimizi dinlemeyi unuturken, farkında olmadan, bizi biz yapan, içsel yolculuğumuzu da baltalıyorduk.
halbuki kendimizi dinleyerek, ve etrafımızda olanları gözlemleyerek, ve kendimizi uzak adalarda kuracağımız hayali bir hayat için değil de, teknenin içinde hayatta kalmak için becerilerle donatarak, denizin üzerinde çok daha başarılı bir şekilde yol almayı başarabilirdik.
hayat ona karşı savaşmak ve hazır olda beklemek değil, onu ilmek ilmek dokumak demekti. her yolculuğun içinde büyük ve güçlü dalgalar olduğunu, her yolculuğun içinde riskler, ve bozgunlar taşıdığını bilmek demekti. ne cebimizdeki paramız, ne kariyerimiz, ne gelecek hayallerimiz bizi koruyabilirdi. bizi dalgalara karşı koruyabilecek tek şey, sezgilerimiz ve içgüdülerimizdi; ve bu da “her an” öğrenmeye , ve “her an” i yaşamaya açık olmak demekti.
okulluluk, “meslek ve kariyer edinme” ve “geleceği garanti altına alma” yolculuğu iken; okulsuzluk “kendini bilmek” ve “geleceğin bir ilüzyondan ibaret olduğunu” öğrenmek yolculuğuydu.
**********
almila nın 8 yasına girmesine aylar kala (ve okulsuz yaşantımızın ikinci senesinin sonunda), o dönemde instagram aracılığıyla tanıdığım bir arkadaşım, bana bloğunda yayınlamak için, okulsuzluğu ve ev eğitimini anlatmam için bir yazı yazmamı rica etmişti. arkadaşımın ricası üzerine o dönemde kaleme aldığım, kişisel nedenlerle bloğunda paylaşmamayı tercih ettiğim o yazı, bu yolculuğun bizi nasıl sarıp sarmaladığını, belki de geri dönüşü olmayan bu yola nasıl girdiğimizi bütün çıplaklığıyla anlatıyordu.
**********
İlkokul birinci sınıfı hatırlıyorum, ilk günümü, sıraya ilk oturduğum anı, ve etrafıma boş gözlerle bakışımı. Niye gelmiştim bu dört duvar arasına, ne işim vardı bu siyah önlüğün içinde? Korkmuştum ama belli etmemiştim. Bir güven duygusu ihtiyacıyla, gözüme kestirdiğim iki kız çocuğunun yanına iliştirmiştim kendimi.
Etrafımda olup bitenin daha henüz farkına varmamışken, elimize bir alınacaklar listesi tutuşturmuşlardı. Ailelerimiz de çantalarımızı listedeki kırtasiyelerle doldurmuştu. Ne çok sevmiştim kırtasiyeden taze taze çıkmış boş defterleri, kalemleri, resim kağıtlarını ve boyaları. Ne hayaller kurmuştum belki de.
Sonra ilk günlerin bilinmezliğinden ve hayal dünyamızdan yavaş yavaş sıyrılmış, gerçeklerle yüzleşmeye başlamıştık. Hemen akabinde de kuralları çabucak öğrenivermiştik …
Karatahtanın yanında oturan bir öğretmen; işaretlerle doldurduğumuz defterlerimiz, içinde henüz ne yazdığını kavrayamadığımız kitaplarımız ve yan yana dizilen sıralarda oturan siyah önlüklü ve her biri diğerine benzeyen çocuklar vardı. Öğretmen kara tahtaya yazar, bizler deftere geçirirdik. Ödevler verilirdi. Ertesi gün öğretmen tek tek ödevlerimizi kontrol eder, iyi olmuşsa yanına bir yıldız koyardı.
Pek önemliydi o yıldız, bir çok şey barındırırdı içinde; yıldızı hakeden için sen başarılısın demekti, iyisin demekti, haketmeyene ise aptalsın, yine anlamadın diye imada bulunurdu. Benim el becerilerim vardı, güzel yazardım, yıldız almadığım gün olmazdı. Her yıldızdan sonra yüzümde beliren şapşal gülümseme ise görülmeye değerdi.
Ama maalesef öğretmenin elindeki kırmızı kalem sadece yıldız yapmazdı, bazen beğenmediği yazıların üzerine kocaman bir çizgi atar, bazen de emek verilerek yazılmış bir kelimeyi yanlış diye karalardı. Ha bir de tahta cetvel vardı, ödevini hiç yapmayanlar nasiplenirdi bu cetvelden. Neyse ki bu cetvel bana pek dokunmazdı; ama arkadaşlarıma her dokunuduğunda içimde fırtınalar kopar, yüreğimi derin korkular kaplardı. Öğretmen yanıma cetvelle her yaklaştığında içimde “ya bana da değerse…” ürpertisi olurdu.
Ezberim pek kuvvetliydi, yine de minik kalbim sözlüye kalkacak diye pır pır atardı, mideme binbir türlü sancılar girerdi. Hele bir de sınavlar vardı ki, aman yarabbim, her sınav öncesi bir tek ben miydim mide krampları çeken, yüreği yerinden fırlayan? Ben ve arkadaşlarım bu korkularla öyle sindirilmiştik ki, öğretmenin ve sınavların gazabına uğramamak için çabalardık sadece.
Halbuki her öğretmenin hayal ettiği bir öğrenciydim, akıllıydım da. Sistemi çabucak çözmüştüm. Elmalar kırmızı olacak, yıldızlar toplanacak, ödevler zamanında bitirilecek ve öğretmenin yüzüne gülümsenip en iyi notlar haneme yazılacaktı. Hayatım boyunca da böyle oldu. Hep bildim nasıl en iyisi olunur, nasıl göze girilir, nasıl bütün karne PEK İYİ ile kaplanır, A lar alınır, 10 lar yanyana dizilir.
“Pek iyi” ne demekti peki? İyi vardı, bir de Pek iyi vardı, ortayı pek bilmezdim zaten. Sanırım ben pek bir iyiydim, hep pekiyi vermişlerdi çünkü, evet evet kesinlikle pek bir iyiydim. Hatta içten içe bilirdim herkesten iyi olduğumu. Hatırlıyorum dördüncü sınıfta öğretmenim bana matematikten iyi vermişti, anneme de gizli gizli daha çok çalışsın diye yaptım demişti.
Ben, nasıl olmuştu da karnemde iyi getirmiştim? Annemle babam sanki bu sefer karnem hep pekiyi olduğu gibi sarılmamışlardı, dudaklarının ucunda bir burukluk mu vardı? Dünyanın sonu mu gelmişti ne? Pekiyiye alışmış çocuk yüreğim bu iyiyi hiç kabullenememişti.
Neyse ki bu “iyi”, eğitim hayatımın gidişatını çok değiştirmemiş, uzun yıllar boyunca sorgusuz sualsiz at gibi koşabilmeyi başarmıştım.
Hatta öyle hızlı koşmuştum ki karşımda bir sürü kapılar açılmıştı. Yıllar boyu gösterdiğim çabalarım sonuç vermiş üniversite sonrasında Amerika da “pek iyi” üniversitelerden master ve doktora yapabilmek için burs kazanmıştım. Nasıl bir gururdu o, ben başardım diyebilmek. Ne de çok akıllıydım! Ama diğer taraftan bir o kadar da ahmaktım. Çünkü öğrenme hevesiyle donatılmamıştım, tek bildiğim pek iyi olmak ve bunu olabilmek için de çok çalışmaktı. Birşeyler öğreniyordum ama zevk almıyordum, sorgulamayı bilmiyordum, tek derdim hadi bunu da başarayım diyerek hanemdeki artılar sayısını artırmaktı. Üzerime pek zahmetlerle (!) giydirilen “mükemmel” elbiseme toz kondurmamalıydım.
Neyse ki geçte olsa 20li yaşların sonu ve 30 lu yaşlarımın başında ahmaklığımın yavaş yavaş ve nihayet farkına varıp (tabii çok da sancılar çekerek) hayatımda bir dönüşümü başlatma ihtiyacı duydum. Zor yıllardı bunlar, okumam gereken hiç bir şeyi okumuyor, okumamam gereken herşeyi okuyordum. Yavaş yavaş hayatın aferinlerden ibaret olmadığını anlıyordum. Neyin doğru, neyin yanlış oldugunu ayırt edemiyordum, ve günün sonunda kafam kazan gibi oluyordu.
Gün geldi hayatla cebelleşmekten vazgeçtim. Vazgeçtim vazgeçmesine ama içimde büyük bir kızgınlık vardı. Elimden çalınanlara ve yitip giden yıllarıma kızıyordum. Anlıyordum ki bana hiç kimsenin pekiyi vermeye, 10 vermeye, A vermeye hakkı yoktu. Ben bir eşya mıydım ki beni damgalama hakkını kendilerinde bulmuşlardı ? Kimse de çıkıp dememişti hey aynaya bak, yansımanı beğeniyor musun? Halbuki ben o kağıt parçalarının birşey ifade ettiğine inanmıştım, hem de körü körüne. Nereden bilirdim onların değersiz ve içi boş bir yalandan ibaret olduğunu.
Halbuki ben benimle yola çıkan her arkadaşım gibi, verilenlerden çok daha iyisini haketmiştim.
Öğrenmekten zevk alabilmeyi haketmiştim mesela, korkusuzca soru sorarak merak duygumu genişletmeyi ve sorgulamayı öğrenmeyi haketmiştim. Düşündüklerim ve keşfettiklerimle değer görmeyi haketmiştim. Yanlış yapmaktan korkmamam gerektiğini bilmeyi haketmiştim. Duygularımın anlaşılmasını, içimdeki korkuların ve fırtınaların bilinmesini ve duru sularda yüzebilmeyi haketmiştim.
Peki neden mi haketmiştim? Çünkü ben bir “çocuktum”, küçücük, masum bir çocuk. Hepsi buydu aslında.
Ve birileri benim çocuk olduğumun farkına hiç varamamıştı!
Maalesef geldiğim noktada tek bir suçlu vardı…içinde yoğrulduğum sistem… Bana değer vermeyen, beni sadece kafadan ibaret gören, kafamı doldururken içimi boşaltan, adına da eğitim denen sistem.
Halbuki ne güzeldi hiç bilmediklerimi keşfetmek…
Benden neden çalınmıştı öğrenmem gereken güzellikler?
Neden tarihten 10 almıştım ama hiç birşey öğrenmemiştim? Tarih öyle bir duygu seliydi ki içinde kaybolmalıydı insan. Hangi hakla onu parçalayıp senelere bölüp sırayla anlatma gafletine düşebilmişlerdi? Niye tarihi öğrenmeyi sevdiğim için biri bana aferin demeliydi?…Ya matematik? Nereden bilebilirdim onun hayatımı derin bir şekilde algılamama yardım edecek mantıklar dizisi olduğunu. Felsefe dersinde bin bir zahmetle ezberlediğim ve sıkıcı bulduğum filozofların bana hayatı anlamak için türlü perspektifler sunduğunu. Coğrafya dersinde isimlerini ezberlediğim dağlara, vadilere aslında gözlerimle ve yüreğimle dokunmam gerektiğini…
Niye almışlardı bunları elimden?
Halbuki hiç hakları yoktu.
Yitip giden ise hiç bir zaman geri gelmeyecek çocukluğum, ve düşünerek, dokunarak, hissederek öğrenme zevkinden mağrum kaldığım gençlik yıllarımdı.
Ve nihayet bir yetişkin olduğumda bu kızgınlıklar etrafımda kaçması mümkün olmayan kalın duvarlar örmeye başlamıştı. Kızgınlığım devam ediyor ama sorular değişiyordu. Peki şimdi bu kadar kızgın olduğum, yanlışlarını gördüğüm, hiç hoşlanmadığım bir sisteme çocuklarımı nasıl emanet edecektim? Yavruma kendisinin neden iyi, arkadaşının pekiyi aldığını nasıl açıklayacaktım? Ya gelip anne bu haksızlık derse? Hayat böyle kızım, şimdiden alış, çok çalış sen de başar diye rest mi çekecektim? Ya her akşam bitmek bilmeyen ödevler, ertesi gün verilen aferinler?…Ya sınavlar?… Onunda benim gibi midesine kramplar mı girecekti? Her sabah koşarak, bin bir panikle ve “hadi, geç kaldık” larla onu okula mı yetiştirecektim? Ya gözündeki öğrenme feri sönerse, o zaman ne yapacaktım? Yine hayat böyle, yola devam mı diyecektim?
Halbuki benim hayallerim vardı. Her sabah kalktığımızda kahvaltı masasında birbirimize rüyalarımızı anlatacaktık, tadına vara vara tereyağlı ballı ekmeğimizi yiyecektik. Otobüsü veya okul zilini kaçırma derdimiz hiç olmayacaktı.
Sonra gelip bana soracaktı. Anne, ben uçmak istiyorum diyecekti. Gözlerindeki heyecan vücuduna cereyan etmiş halde bunu nasıl başarabilirim diye soracaktı. Ben de diyecektim, hadi araştıralım…Beraber Hazerfen Çelebi yi okuyacaktık. Sonra o evin içinde kanatlar takıp uçma denemelerine girişecekti. Her yere düşüşüşünde kahkalarla gülecektik…
Sonra kütüphaneye gidip kolumuzun altı kitaplarla dolu olarak eve dönecektik. Kızım anne okur musun diyecekti? Tabii diyecektim, sen ne zaman istersen. Hatta dinlemeyi, dinlerken de hayaller kurmayı öyle sevecekti ki ne kadar iyi okursa okusun önüme kitapları yığmaya devam edecek, ben de yaşı kaç olursa olsun ona keyifle okumaya devam edecektim.
Sonra yürüyüşlere çıkacaktık beraber. Dağ, tepe demeden yürüyecektik. Dere kenarlarında piknik yapacaktık. Yanımızda doğa kitaplarımız, resim defterlerimiz, kalemimiz, kağıdımız hiç eksik olmayacaktı. Merak ettiğimiz herşeyi araştıracak, notlar alacaktık, yaşayarak, görerek, hissederek öğrenecektik.
Hergün doyasıya oynayacaktı kızım. Ödevin var, artık bırak oyunu da masanın başına geç asla demeyecektim. Beraber toprağı öğrenecektik, ekip biçecektik, ve her yeni filizlenen tohum karşısında içimizde de yeni şeyler öğrenmek için istek uyanacaktı. Çünkü öğrenmek böyle birşeydi. İçeriden gelen, ve hassas bir şekilde büyütülen…sevgiyle ve korkusuzca. Kızım kendi öğrenmesinin sorumluluğunu mutlaka alacaktı, çünkü biliyordum ki “akan şu yolunu bulacaktı”. Onun içinden gelen, bir gün çağlayan olmuş akıyor olacaktı.
İçimizden gelenler bizim okulumuz olacaktı. Öğrenmekten heyecan duyacaktı kızım. Sabah 6 da okula yetişmek için değil, öğrenmek için uyanacaktı. Bir gün önce tam beceremediği origamiyi bu sabah tekrar denemek için uyanacaktı erkenden. Ya da bir şiir takılmıştı aklına, onu kaleme almak isteyecekti günün ilk ışıklarıyla.
Öğrendiklerimiz hiç bir zaman 40 dk ya bölünmeyecekti. En ince ayrıntılarına kadar araştıracak, tatmin olduk diyene kadar devam edecektik. Belki sonra biraz sıkılacaktık, bugün yapacak birşey bulamıyoruz diyecektik. Oflayıp duracaktık. Belki sadece yağan karı seyredecektik, ya da daldan dala uçuşan kuşları. Ama yeni gelen günle fikirler yine uçuşmaya başlayacaktı. Hadi diyecektik, yapalım. Bazen yemekleri birlikte hazırlayacaktık. Kendi yağında kavrulmayı öğrenecekti kızım. Önüne her şeyin hazır gelmeyeceğini bilecekti.
Dışarıda o kadar çok oynayacaktı ki yanakları koşmaktan kıpkırmızı olacaktı. Anne suuu diye kapıdan seslenecekti….
…
İşte ben bunların olabileceğini hayal etmiştim.
Ve bu öyle inançlı bir hayaldi ki gerçek oldu. Biz içimizden geldiği gibi yaşamayı, anların farkında olmayı, doğayı ve toprağı sevmeyi seçtik. İnsan olmanın erdemlerini keşfetmek istedik. Kendi kendimize yetebilmeyi, yetemediğimiz yerde yardım istemeyi öğrendik. Yarışmaktan vazgeçtik. Yarışırken yanımızda ezilenlerle ilgilenecek vaktimiz yoktu dememek için vazgeçtik. Eğer bu sisteme bir isyansa, evet isyan da ettik.
Belki akademik açıdan dünyanın en donanımlı çocukları olmayacak kızlarımız, belki atom mühendisi de olamayacak, uzay bilimcisi veya kimyager, belki…kim bilebilir…
Ama bildiğimiz bir şey var, kızlarımız öğrenmekten zevk alacaklar, hayallerinin peşine iç seslerini tatmin için düşecekler, kendilerine sunulacak altın tepsiler için değil.
Gariptir aslında, nedense hep boşa bakan bizler söz konusu eğitim olunca o boşu hiç görmeyiz ya da görmek istemeyiz. İçimizin nasıl da boşaltıldığını, öğrenebilme zevkinin elimizden nasıl çalındığını anlamayız. Körü körüne bağlanırız bu zincirin halkalarına ve gözü kapalı koşmaya başlarız. Çoğumuz bilmeyiz nereye gittiğimizi ama biliriz ki güzeldir, heybetlidir varacağımız nokta.
İşte biz vazgeçtik,
Varacağımız bütün heybetli noktalardan…
bundan sonra:
okulsuzluk- 10. bölüm: okulsuz hayat için düzenlemeler ve ev hayatı…
okulsuzluk- 11. bölüm: yasal olarak “evde eğitim”
okulsuzluk- 12. bölüm: ya sonrası?
okulsuzluk- 13. bölüm: doğru bilinen yanlışlar ve sık sorulan sorular
Bir arkadaşıma “bu yazıyı ben yazdım” desem kesin inanır. Geçtiğimiz yollar, hislerimizin değişimi, hatta o yolları geçerken bulunduğumuz yaş dilimleri bile aynı imiş. Evet hayal ettim ve öyle inançla hayal ettim ki gerçek oldu… Hatta hayalimin gerçekleşen her noktasında “Allah’tan başka bir şey isteseymişim” keşke diye espri yapardım. En sonunda kızım “anne, başka bir şey istesen gerçek olmazdı belki, sen hep küçük küçük şeyler istiyorsun” dedi :) benim için isteklerimin “büyüklüğünü” bilebilmesi mümkün değil, umarım asla anlamaz.
Pınar, bunları duymak o kadar güzel ki! Bazen yalnız hissediyorum kendimi, hatta IG de yazdım, bazen yazılarım çok mu havada kalıyor diye düşünüyorum. Ama sana güzel bir haberim var, yüzlerce anne, baba okuyor yazılanları, yani yalnız değiliz. Elbette azınlığız ama, gün gelecek azınlığın içinde çokluğa, birliğe ve güzel bir komüne sahip olacağız…
Pınar ben de bu yazıyı okurken hep aklıma sen geldin.
Yatmak üzereyken instagram’da görünce yeni yazının geldiğini, hemen açıp heyecanla okudum. “Oku bama” diye elinde kitapla kucağıma ilişen oğlumu hatırlatan bölüm gözlerimi doldurdu. Ben de ona hep, elimde ne varsa bir kenara bırakıp, “sen ne zaman istersen okuyacağım” der ne isterse okurum. Pek çok benzer hayali paylaşıyoruz. Yazınız anıları hatırlattı ve mutlu etti beni bu akşam. Teşekkürler. Elinize sağlık.
Asıl ben teşekkür ederim zaman ayırıp okuduğunuz için, çok sevgiler…
Bu gece rüyamda kanatlar takıp uçtuğumuzu görmüştüm denizler üstünden.. uyanınca eşime anlatırken miniğim geldi uçuyor muyduk anne? dedi, gözleri kocaman yüzü heyecanlı yüzünde hayret eden bir gülümseme.. Belki bir gün gerçek olur…
Bu yazının ardına söylenecek çok şey var aslında.. zihnimdeyse sayfanın üstüne çekilmiş o kırmızı çizgi…
Minicik yavrular, yürekleri nasıl da masumca kabulleniyor o çizginin orada olmasının “normal” olduğunu. ve hayatımız, üzerimize atılan kırmızı çizgileri normalleştirme çabalarıyla geçip gidiyor, maalesef…
kolay degil, uzerimizden o bizi sindirmis olan beklentileri atmak. simdilerde bende sorguluyorum neden ben istemedigim bir bolumu sadece okumak icin okudum, neden sadece resim yapip folklor grubuna katilsam olmaz miydi? neden hep iyi yerlere gelmek gerekir ki? bizi yonlendirmeye calisanlar cok acimasizlar, egitim altinda bizim ruhumuzu caliyorlar sanki. ben hakikaten kimim? olmasi gerekenleri yaptigimda mi iyi insan oluyorum, aksi hic mi dusunulemez?
Sevgili Zeynep, bunlar çok güzel, derin sorular. Aslında daha da önemlisi iyi nedir? Biz kime göre iyiyiz, kime göre başarılıyız? Bir çocuk fen bilimlerinde ve matematikde başarılı olduğu için neden anadolu lisesine gidip daha ayrıcalıklı bir eğitim hakkını daha kolay elde edebiliyor? Veya okul sisteminde başarılı olmayan bir çocuk, niye hayatı boyunca başarısız damgası yemek zorunda, veya hayatına bu damgayla başlamak zorunda? Sorgulamaya başlayınca içine düştüğümüz uçurumun ne kadar derin olduğunu çok daha net bir şekilde görebiliyoruz. Ama çocuklarımız bu sistemin esiri olmak zorunda değil, iyi ki değil…
Bu yazidan bircok yonden etkilendim. Kendimi zaman zaman sizin, ogretmeninizin ve cocuklarinizin yerine koydum. En guzeli tabii ki cocuklarin yerinde olmakti. Ama sizin yerinizde olma ve hayatimin kontrolunun kendi ellerimde oldugunu anlama sansim olmasi da cok guzel.En kotusu de o ogretmen. En cok etkilendigim ve kendimi tutamadigim bolum ise hayallerinizi anlattiginiz kisim oldu.
Ben de bu yil 30 yasima girdim. Bundan belki 5-6 yil belki de daha fazla once ‘radical homemakers’ diye bir akimdan cok etkilenmekle birlikte hayata gecirmeyi uzak ama guzel bir hayal olarak gormustum. Belki ayni arayislardan geciyoruz ama benim sansim sizi tanimak oldu. Bazen bunun bir tesaduf olmadigini bile dusunuyorum. Sizi tanimasaydim ‘okulsuzluk’ fikrini duysam da bu kadar benimsemeyebilirdim.
Bir taraftan kurulu bir duzen, krediyle alinmis bir ev, calisan bir anne olmak, diger taraftan okulsuzluk karari ve radikal yasam hayalleri arasinda cok kafa yoruyorum bu aralar. Bu yuzden 10. Bolumu dort gözle bekliyorum.
Sevgili Duygu, ben tesadüflere inanmıyorum. İçimizde büyüttüğümüz güçlü bir enerji var, ve o enerji bizi bir şekilde bir araya getiriyor. Şu andaki sorgulamaların bir sürecin içinde olduğunu gösteriyor, bir günde, bir anda verilebilecek kararlar değil bunlar. Ama en başta da dediğim gibi, daha derinlemesine sorgulamak, içindekini keşfetmek için çabalamak, kendini bilme yolculuğuna razı olmak, sana ve ailene hiç beklemediğin yeni kapılar açacak, buna emin olabilirsin.
Çok,çok,çok güzel yazmışsınız..benim gibi ‘yenilere’ ne de iyi oluyor böyle yazılar..kaleminize,yüreğinize sağlık..takipteyim :)
Merhaba, okulsuzluk yazı dizinizi büyük bir lezzetle okuyorum; hep hayal edip de cesaret gösteremediğim ya da imkan bulamadığım şeylerin sizin hayatınızda somutlaşmış olması ümit veriyor bana. Sanki yıllardır hissettiklerim siz yazdıkça dökülüyor dilimden. Bu aralar kendime hep şunu söylüyorum: başka bir hayat mümkün, ne insanı ne kainatı etiketlemeden, daha bütüncül bir yaklaşımla tüm yaratılışı kucaklamak, algımızı şimdiki medeniyetin çizdiği suni sınırlardan kurtarmak mümkün..Okulsuzluk bu yolda atılmış çok güzel bir dua.. Bu konuda çok sorum var ama şimdilik ilk aklıma geleni sormak istiyorum. Benim de 11,9 ve 5 yaşlarında üç çocuğum var. Çocuklarla uzun vakit geçirme imkanı bulduğumuz yaz tatillerinde vs hep şu çelişkiyi yaşıyorum: Sabırsızlığımdan dolayı evdeyken zaman zaman onlara karşı öyle sözler, davranışlar sarfediyorum ki kendimden utanıyorum ve sonra kendi kendime şöyle diyorum: eğitim sisteminden bu kadar şikayet ediyorsun kendi yaptığına bir bak, çocuklar evdeyken böyle yapacaksan onlar bildiğin klasik okula gitsinler de annelerinden bu sözleri duymasınlar daha iyi. Biliyorum elbette bu gibi hatalarımız çocuklarımızı sisteme emanet etmek için bahane olamaz. Sizin benzer çelişkiler yaşadığınız oldu mu, olduysa bunların üstesinden nasıl geldiniz merak ettim. Bazen insan ideale odaklanıyor sonra dengeyi sağlayamayıp idealinin altında eziliyor, bu sefer de tümden vazgeçiyor. Okulsuzluk konusunda böyle iki uçta salınmadan orta yolu bulmak için dikkat edilmesi gerekenler neler belki de sorum..
sevgili Nur, düşüncelerinde ve kaygılarında çok haklısın. okulsuz veya ev eğitimi yapıp da bu kaygıyı yaşamamak mümkün değil. ama şunu içtenlikle söyleyebilirim ki evde bir düzen oturdukça, çocuklar kendi özgürlük alanlarına kavuştukça bu sorunlar azalıyor. yazı da belirttim, bizim için en zoru aile bütünlüğümüze yeniden kavuşmaktı. belli bir yaştan sonra çocuk evden uzaklaşmalı, okula gitmeli, anne de nefes almalı gibi bir algıyla yetiştiriyoruz, hem kendimizi, hem çocuklarımızı. çevresel bir baskı da var, aksini düşünemiyoruz bile. doğal olarak yaz tatillerinde herkes bir araya gelince kavga gürültü eksik olmuyor. birlikte yaşamak bir öğrenme süreci gerektiriyor. özgürlüklerimizi, farklılıklarımızı kabul ederek yaşamayı öğrenmek durumundayız. anne baba olarak çocuğu şekil verilmesi gereken bir malzeme gibi görmeyip, onların bizim isteklerimize uyamayabileceğini de kabullenmemiz şart. bu demek değil ki çocukların sorumlulukları olmayacak, herkes her istediğini yapabilecek; elbette olacak ama özgürlükler de artacak. anne babanın otoritesi azalacak. çocuklarımızın nefes alabilecekleri odalar ve köşeler oluşturacağız, gerekirse salon takımlarımızı bağışlayıp evin en büyük odasını çocuklarımızın ihtiyaçlarına göre düzenleyeceğiz. yani evde demokratik bir ortamın oluşması için çaba sarfedeceğiz, önceliğimiz bu düzeni kurmak olacak. zamanla tartışmalar azalacak, buna emin olabilirsiniz. kardeş kavgaları devam edecek elbette, ama çocuklar evde dağılıp kendilerini dinleyebilecekleri ortamlara da sahip olacaklar. anne baba da her kavgaya karışmamayı ve sükünetini korumayı öğrenecek. bütün bunlar o düzene girdiğiniz zaman olacak, doğal bir süreç. ev ortamında sürekli gözlem yapabildiğimiz için bunlara çözüm geliştirmenin sorumluluğunu da alıyoruz, almak zorundayız, sık dişini, okulların açılmasına az kaldı diyemiyoruz haliyle :). üstelik 12-13 yaşına girmiş bir çocuğun ev dışında da bir hayatı olmaya başlayacak, çarşı pazar işlerini halledebilecek, sorumluluk alacak, arkadaşlarıyla buluşabilecek. yani dengeler her zaman değişecek, çocuklarımız büyüyecek ve biz de onlarla beraber değişeceğiz, yeniliklere açık olacağız…
umarım sorunuzun cevabını verebilmişimdir…
Ben ilk çocuğum 3 yaşına gelene kadar çalışıyordum. Önceleri yarı zamanlı çalıştım ama özellikle 2,5-3 yaşları arasında tam zamanlı ve çok yoğun bir çalışma hayatım vardı; gün içinde ancak 1 saat çocuğumla birlikte olabiliyordum. O dönem, haftasonları çocukla ne yapacağımı şaşırıyordum. Çalışan arkadaşlarımın çoğu da aynı şekilde “pazartesi işte dinleniyoruz” diyorlar. Şimdi iki çocuklu ve hamileyim, ailemden uzakta bir şehirde yaşıyorum, üstelik yaşadığım yeri de 1 ay önce değiştirdim, komşum da yok henüz haliyle. Eşim tam zamanlı çalışıyor ve dolayısıyla ben yapayalnızım. Ama tek çocukla, haftasonu 2 gün, yanımda ailem, yakınımda arkadaşlarım varken zorlandığım kadar zorlanmıyorum. Tamamen alışkanlık meselesi…
Pınar, çok tebrik ederim, bu nasıl güzel bir haber!!! Kaç aylıksın? bebiş ne zaman geliyor? bugünün, hatta son zamanların en iyi haberi bu oldu :)))
Oncelikle ben de tebrik ederim cok guzel bir haber? Normalde calisiyorum ama dediginiz deneyimi yaz tatilinden oturu su an ben de yasiyorum. Esim sehir disinda calisiyor ailelerimiz yakin bir ilcede olsalar da ayni yerde oturmuyoruz. Kizimla basbasayiz bu ara ve calistigim zamanlara gore daha keyifli. Okulsuz devam edeceksek calismayi birakmaliyim diyorum kendi kendi kendime .Aslinda aklima takilan bir seyi yeri gelmisken burada hem size hem de Husra’ ya sormak isterim. Isten ayrilma hem maddi hem de manevi anlamda verilecek zor bir karar. Ne kadar sure calismamayi dusunuyorsunuz? Ileride ne olacagi belli olmaz tabii ama mesela cocuklar su yasa gelince calismaya geri donerim diyor musunuz? Gerci konu basligi ‘geriye donus yok’ ama ?
sevgili Duygu, ben kendimi calismiyor gibi hissetmiyorum, hep mesgulum, hep uretiyorum. calismak para kazanmaksa evet kazanmiyorum ama bu uretmedigim ve evin ekonomisine farkli acilardan katkida bulunmadigim anlamina gelmiyor. burada “homemaking” kelimesini acmakta fayda var. “homemaking” evde uretmek demek , sistemin bize “para” kazanmalisin ve sonra da tekrar sisteme geri harcamalisin dongusunden cikmak olarak da aciklayabiliriz. esim de ben de buyuk bir arazi edinip uretmeyi ve harcamamayi hayal ediyoruz. elbette cok temel ihtiyaclarimizi karsilmak icin az bir gelirimizin olmasi gerekiyor, bu belki organik tarimla olabilir veya birikimlerimizi kira gelirine donusturebiliriz, henuz bizde bilmiyoruz. ozetle az kazanip evde ureterek ve ihtiyaclarimizi minimuma indirerek yasantimizi surdurebilecegimiz bir yasam bizim idealimiz. tabii bu bizim hayalimiz, arzumuz, herkesin hayata bakisi, gelecek planlari farkli olabilir.
Sevgili Husra, cok tesekkurler. Cok guzel anlatmissin yasadigim bu degisim surecinde sorguladigim seyler icin fikirlerinizden yararlanmak bana umut oluyor. Aslinda bu kaygilar okullu zihnimin bana verdigi ve kurtulmakta zorlandigim kaygilar. Ama yavas yavas da olsa kurtulacagim. Tekrar tesekkurler.
Hangi cümlenin altını çizeceğimi bilemedim. Yine derin düşüncelere daldırdınız beni. Yazınızı tekrar tekrar okudum, düşündüm, hala da düşünüyorum. Okulsuz eğitim bu zamana kadar duymadığım bir konuydu. Ev okulunu biliyordum ama okulsuzluğu ilk defa duydum. Duyduğumdan beri de araştırıyorum. Okulsuzluk konusunu düşünmek dahi insana farklı düşünce biçimleri, hayat alternatifleri sunuyor. “Evet başka bir yol mümkün” dedirtiyor. Eğitim sistemini ve okulluluğu öyle benimsemişim ki aksini düşünmek asla aklıma gelmemiş. Kızım daha çok minik olduğu için okulsuzluğu uygulayabilir miyim uygulayamaz mıyım bilmiyorum. Ama uygulayabilmeyi ve şartlarımın buna uygun olmasını yürekten istiyorum. Uygulayamasam bile çocuğuma elimden geldiğince farklı alternatifler sunabilmeyi, gözündeki o ışığın sönmemesi için elimden geleni yapmayı umuyorum. Bana birçok konuda ilham kaynağı oldunuz ve beni harekete geçirtti fikirleriniz. Sadeleşmek, eşyalardan kurtulmak, sağlıklı beslenme, doğayla birlikte olmak…Bunlar üzerinde kafa yormaya başladıkça çok mutlu olduğumu fark ettim. Hem instagramda hem burada bir yazınızı okur okumaz eşimle paylaşıyorum. Bu fikirler onun da çok hoşuna gitti. Ayrıca önerdiğiniz kitaplardan Joy of Less’i okudum. Hem de bir solukta. Çok etkilendim!! Hayat tarzımda değişiklikler yapmaya karar verdim. Tam olarak nereden başlayacağımı bilemiyorum. Bunun için diğer yazı dizilerinizi bekliyorum. Örneğin sağlıklı beslenme konusunda nereden başlamalıyım? O kadar sağlıksız besleniyoruz ki… :( Benim sorularım şöyle:
1- Yukarda da sorduğum gibi sağlıklı beslenme konusunda nasıl bir yol izlemeliyim? Nasıl bir yol haritası belirleyebilirim? Siz şeker hiç mi kullanmıyorsunuz? Çocuklar çikolata, şeker gibi gıdalar istediğinde ne yapıyorsunuz?
2- Organik bebek bezi kullandığınızı okumuştum. Bu konuda da hiçbir fikrim yok. Yıkamak, kurutmak derken çok vakit almıyor mu temizlemek? Nasıl yetişiyor bez? Özellikle ilk aylarda ne şekilde kullanılabilir kumaş bezler?
3- Çocuk kıyafetleri konusunda çocuk istismarından bahsettiğinizi okumuştum instagramda. Kıyafetler üzerinden nasıl bir istismar gerçekleşiyor? Bu konudan da bahsedebilir misiniz?
4- Okulsuz eğitimi ya da ev okulunu yapma imkanınız olmasaydı Waldorf okulunu tercih eder miydiniz?
Sorularım biri hariç okulsuzlukla ilgili olmadı ama bu konular da okulsuzluğun bir parçası, öyle değil mi? :) Teşekkürler her şey için… 10. bölümü merakla bekliyorum.
sevgili Asena, oncelikle sunu belirteyim, ben zaten sizin icinizde var olmayan bir seyi dile getirmis olamam, bir cok kisi okuyor ama dusunduklerinin uzerine gitme veya degistirme geregi duymuyor, o yuzden en cok krediyi kendinize verin derim nacizane. hepimiz için geçerli bu, değişim ancak kendi içimizden gelirse mümkün olabilir, benim veya bir başkasının anlatmasıyla değil.
1) saglikli yasamin nasil tanimlanacagi herkese gore degisir, herkesin yolu farklidir, biri icin fiziksel egzersizdir, biri icin stressiz yasamdir, bir digerimiz icin beslenmedir. ben size sunu yemiyoruz boyle yapiyoruz desem, ki yakinlarima anlatıyorum,mbu tavir onlarda dahi bir degisiklik uyandirmiyor. yani bu degisimin de icten gelmesi gerekiyor. bence siz de kendinizi bizim konuya bakisimizla sinirlandirmayin. arastirin, kesfedin, ve kendi dogrularinizi olusturun. bu da degistirmesi zaman alan, etraftan tepki alan uzun bir surec maalesef. kisaca soyle ozetliyeyim, islenmis gida tuketmiyoruz, ozellikle ben ve esim cig sebze agirlikli besleniyoruz, hamur isi ve gluteni minumum tuketiyoruz, mumkun mertebe yerel, mevsiminde ve organik besleniyoruz, seker kisitli tuketiyoruz. et, ve sut urunlerine extra dikkat ediyoruz ( hayvanlara hormon ve antibiyotik yuklemesi yapildigi icin vs).
2) biz cogunlukla anane usulu prefold diaper kullandik, ekonomik olarak cok hesapli. yalniz bebek buyudukce degisik boylarini edinmek gerekiyor, yeni dogan, 3-6 ay vs diye, buna ragmen 18-24 tane aldiginiz zaman ( ozellikle kucuk boylarindan biraz fazla almak gerekiyor) ikinci gunun aksaminda makinada yikayip kurutuyorsunuz ve hazir oluyor. uzerlerine de su gecirmez cover geciriyoruz. ben 18 aya kadar yun cover kullandim, inanilmaz rahat ama elde yikamak gerekiyor ve pahali. ama sabaha kadar tutuyor. genelde insanlar thirsties adinda bir cover kullaniyorlar, ben de kullandim, rahat, fakat yine de yünü tercih ederim. 6. aya kadar yani katilara baslayana kadar, kakayi temizlemeniz gerekmiyor, biriktirip oldugu gibi makinaya atabiliyorsunuz, bazen leke kaliyor ama hic problem degil, gunese asarsaniz gecer, lekeli de kalabilir, sonucta diaper temizlenmis oluyor. 6. aydan sonra fiskiyeli bir suyla kakayi attirip sonra makinada yikiyoruz. zaten katilara gecer gecmez “elimination” a basladik biz, kakayi yuz hareketlerinden anlayip potty e yaptiriyoruz yani bezi temizlemeye pek ihtiyac kalmiyor. asagidaki videoyu bir izleyin herseyi ayrintisiyla anlatiyorlar, hatta cloth diapering ile ilgili yuzlerce video var. eger akliniza yatarsa yine konusuruz ( ingilizceye hakimsiniz diye varsaydim)
https://m.youtube.com/watch?v=cu2OsH_rzFc
3) boyle bir seyden bahsettigimi hatirlamiyorum, bir yanlis anlasilma olmasin?
4) okulsuzluk sartlarimiz her an degisebilir elbette, cocuklarimiz okulu denemeye karar verebilirler, anne baba rahatsizlanabilir veya ikisi de calismak zorunda kalabilir. hiç bir seyin garantisi yok. amerika da yasamaya devam ediyorsam alternatifimiz demokratik okullar veya waldorf olabilirdi. turkiye de açıkcası alternatif goremiyorum, ilkokul ve sonrasında böyle bir secenek yok bildiğim kadarıyla ( baska bir okul mümkün ( bbom) var ama sayıları çok az). en az zarari yarım günlü bir köy/ kasaba/ küçük şehir okulu verebilir gibi geliyor. bir de okulun da ötesinde öğretmen çok önemli. pırlanta gibi öğretmenler var, kaliteli ve çocuk dilinden anlayan bir öğretmen bulmak için çabalardım sanırım.
çok teşekkürler, istifade ettim cevaplarınızdan. 3. sorum çocuk kıyafetleri üzerindeki resimler üzerinden yapılan çocuk istismarı idi. Instagramda kızlarınıza diktiğiiniz eteklerin fotoğrafının altına yazdığınız bir yorumda gördüm. :)
Merbahlar??,
Yine yolculuğunuzu hissiyatlarınızı samimiyetle kaleme alışınızdan kendi yolculuğumuzda tecrube etmişçesine; farklı bir bakıs acısıyla olaylara yaklaşmamıza ışık tutunuz.. İlk okulsuz eğitimi Duyduğum okuduğum güzel bir örnek bir amarikalı öğretmendi 3 oğlu varmıs ve tüm eğitimlerin kendi vermiş ve mutlu oldukları yönlerini bulmuslar ve yaşıtlarına gore universiteye gitmeye karar veren oğullarınında daha basarı olduğu yazıyordu ne guzel demiştim isteyerek ögrenmek, zorunda olduğu için değil ve tercih ettiği için ogrenmek.. Suan karsılaştırınca okadar bosuna dayatılan ezberleri ve o an cocuk halimizle yaptığımız yersiz buyuk buyuk sıkıntıları dusununce sizlerle aynı anılara ve bosluğa kapılıyorum sistemin bize yaşattıkları tekrar aynıları olsun Kim ister. Ama olduğumuz ülkede bunu yapabileceğimzi düsünmüyorum malesef;( amerikada yapılması daha olagan sanırım.. Burada bazı bolgelerde sadece karın dogurabilme derdinde insanlar eğitimi almanın alternatifini gectim ;( o nedenle bunu konusabileceğimiz birileri bile yok ne guzel sizin tanıdığınız orneklerde var ve harika paylaşımlar..haftaya 350km uzaktan baskentte tek waldorf okulu için eğitime gelecek olan almanyada bir turkmus bolge sorumlusu ve tanısma fırsatımız olacak değerlendirmelere şimdiden yapmak arzusundayım ki çizeceğimiz yol belli olsun. Bir kac sorum olacak 1- siz tüm okuma süreclerini yazma hep evde hiç baska bir ogretmen olmadan mı yaptınız? 2- ve eğer ikinci bir dil ogretmek için yabancı bir yardımcımı alırdınız? Dogrumu anlamısım;) 3- her cocuk içinde uygun değil belkide bazı sürecler oğlum suan bizde baska bir yetişkinle yakınlık kurmuyor zaman gecirmek istemiyor, kendi yasıtlarıyla sosyalliği normal arkadas oluyor ama evde gormediği uc bir laf ve hareketi aynen benimsiyor..boyle dez avantajlarıda var belki bizimki için…birde sizin kendinizi buldugunuz duzeninizi kurdugunuz süreclerin henuz basındayız kendimi tanıma ve mutlu olacağımı secmekte istiyorum sistem bize kendimizi bulmaya izin vermedi sevdiğimiz şeyleri bulmayı sürdürmeyi ogrenmem gerek. Suan anlattıklarınız ne kadar uzak ne kadar umut verici kendi kendilerine edindikleri sorumluluklar???…oyle bir zamana erismeyi hayal etmek bile guzel. benimde kendimizi bulmam gerek daha? Henuz kücük olduklarına nefes aralığı bile zor donemlerdeyiz. Hep guzel hep sağlıklı hep iyi kalın..cok tesekkurler?
Sevgili Emine, bu sistemin TR de olabiliritesini de tartışalım istiyorum, önümüzdeki engeller nedir? , neden alternatiflerimiz yok?. Ben son bölümde bu konuya da değinip kendi perspektifimden değerlendirmeye çalışacağım. Sorularınızın cevaplarına gelince: 1) çocukların okuma ve yazmasına hiç müdahale etmedik, kimsenin yardımı ve müdahalesi olmadan kendileri öğrendiler 2) orada bir yanlış anlaşılma oldu sanırım. Şu anda evimizde dört kişi ingilizce konuşuyor ve kızlarımızın aksanı yok. Abla derken kendi çocuklarımızı kastetmiştim. 3) okulsuz eğitimin bir kuralı yok, herkes kendi ailesine ve çocuklarının karakterine göre şekillendirip yaşayacak. Önemli olan çocuklarımız özgür öğrenebilsinler, sorgulayabilsinler. Dikkat ederseniz yazı dizisinde de mümküm mertebe kendi deneyimlerimizi dile getiriyorum, genellemelerden kaçınıyorum. Hatta herkes okulsuzluğu seçmeyebilir, müfredata dayalı bir ev eğitimi de seçebilirsiniz, ondan da bahsedeceğim, örnekler vereceğim önümüzdeki günlerde…
Çok sevgiler…
Sevgili Husra, Benim Bera’nin Ingilizce ogrenme sureciyle ilgili olan sorumdan mi bahsediliyor acaba? Orada ‘ TR’ye tasinma ihtimalinde Bera’yla evde Ingilizce konusan birini tercih ederdik’ gibi bir cevap yazmistiniz oradan bu anlami cikarmis olabilir mi?
sanırım öyle oldu, abla derken evin dışından birinin yardımını alacağız gibi anlaşıldı herhalde, halbuki ben almila ve bennu yu kastetmiştim…
;) evet ben öyle anlamışım galiba;) cok sanslı minik cok iki tane ablası olması harika??, cok tesekkurler aklıma geldikce hep okuyor yazıyorum sizde zaman ayırıp hep aydınlatıyorsunuz sevgiler..ben burası derken bulgaristanı kast ettim belirtmemişim kusuruma bakmayın?. türkiyede okulsuz eğitim sürecleri nasıl olur bilemiyorum pr ama burdan daha kolay gibi geliyor nedense
Sevgili Hüsra ben de yazılarınızı büyük bir heyecanla takip edenlerdenim fakat internet konuşundaki cahilliğimden olsa gerek 9. bölümden sonrasını okuyamıyorum bir türlü… sitenin her yerini karıştırdım ama beceremedim… yazıların devamını okuyamadığım için de çok üzgünüm… son çare olarak size yazmak istedim bana yardımcı olur musunuz :(
sevgili Didem, yazı dizisi henüz bitmedi, 10. bölümü postlamadım, o yüzden bulamıyorsunuz.
Başlık olarak görünce yayınladınız sanmıştım o zaman heyecanla beklemeye devam :) teşekkür ederim cevabınız için
Vakti geldi sanki ? Bekliyoruz Hüsra hanım ??????
10? 10! 10? 10? 10? 10? ❓❓❓
az kaldi, fotograflari da yukleyeyim, geliyor. uzun oldu ama , uyarayim ☺️
Bloğu birkaç gün önce keşfettim
Yorum yazmak için de tamamını okumayı bekledim. Baştan sona çok etkilendim. Ben de son yıllarda, özellikle bebekten sonra ilgi alanlarımın, okuduklarımın, önem verdiklerini ne kadar çok değiştiğini farkettim. Ben de tam tez döneminde doktorayı beni artık mutlu etmediği, heyecanlandırmadığı için terkettim. Ben de yavaşlatmak, sadeleşmek, daha çok üretmek, daha az tüketmek, sağlıklı mutlu hayalleri olan,onlarla önünde hiç bir engel olmadığına inanan, meraklı bir çocuk yetiştirmek istiyorum. Ama bir rutine binmiş hayatımızda köklü değişimler yapamadığımız için bu isteklerinin çoğunda yerimizde sayıyoruz. Sizin gerçekleştirdikleriniz ve paylaştıklarınız cesaret veriyor :) zamanla okulsuzlukla ilgili çok daha sorum olacak. Sevgilerimle ?
sevgili Gaye, cok tesekkurler notun icin. aslinda hepimiz birbirimizden ogreniyoruz. ben de yorum birakan, duygu ve dusuncelerini paylasan arkadaslarin hikayelerini okudukca, hepimizin ne kadar da benzer bir yolculuk icinde oldugunu daha iyi goruyorum… kucak dolusu sevgiler…
O kadar güzel ki… Bütün kalıplardan azade.. Küçük Ağacın Eğitimi kitabını okuduğumda yazdıklarınıza benzer şeyler hissetmiştim. Sizin de bizim de hayra giden yollarımız olsun.
Cok güzel bir dua, hepimizin inşallah…
Ağlayarak okudum, hem kendimi düşündüm okul sıralarında, hem oğlumun geleceğini, geçireceği yılları. İlk olarak çocuklarının sınavlarını kendi sınavlarıymış gibi davranan anneleri görünce sorgulamaya başladım okulu. Sonrasında daha da büyüdü sorgulamam, ben tarih okumak istedim hep, ama sistem beni mühendis yaptı, şimdi sevmediğim bir işi yapıyorum. Bunu oğluma nasıl anlatabilirim ki, seni sabahları bırakıp gidiyorum oğlum, hem de sevmediğim bir iş için. halbuki senin yanında olmayı, benim sıcaklığımla uyanmanı çok isterdim desem inanır mı bana? Bu yüzden hayatımızı birbirimizle daha çok bağ kurabileceğimiz şekle dönüştürmeye çalışıyoruz. Çok okuyorum, çok takip ediyorum ve karşıma benim gibi düşünen bir sürü insan çıktı bu sayede. Sevgili irem çağıl sayesinde, ben hewit okudum, sonra sizin çok sıkı takipçiniz oldum. Sindire sindire defalarca okuyorum, burdaki tüm yorumları okudukça mutlu oluyorum. Benim gibi düşünen, aklımdaki soruları soran ne çok anne var. İyi ki varsınız, doğru yolda olduğumu hatırlamama çok ihtiyacım oluyor. Okulsuzluğun sonuna kadar arkasındayım, ama biraz türkiyeye uygulamak zor olucak, konuşarak tartışarak yolumuzu bulacağımıza inanıyorum. Sevgili Hüsra Hanım, size sonsuz teşekkürler. Hepimizin yolu açık olsun, sevgiler
Merhaba Hüsra hanım. Bu bloğu kesfedeli 3 5 ay oldu, okulsuz eğitimi araştırırken çıktınız karşıma. Ilk okuduğum gün neler hissettiğimden IG de biraz bahsetmiştim.
Içinde geçtiğim değişim ve sorgulama sürecinde tam da zamanında çıktınız karşıma.Her ne kadar Okulsuzlugu anlatsaniz da, aslında benim arka planda okuduğum dönüşüm hikayenizdi. Kendi sürecim için, hızlanma ve ummadigim ama õzümde yıllardır çok arzuladigim bir yerlere yönelmesine vesile oldu. biraz nerelere odaklanacagim, biraz daha önce defalarca ele alıp sorgulayip umitsizce kabullenmek zorunda olduğumu zannettigim şeylerin aşilabilecegi, alternatifin mümkün olduğu, biraz üzeri yılların tozu toprağı ile örtülmüş çocukluğum ve Çocukluğumun hayallerinin yeniden canlanisi, biraz içinden kaderi bir sevkle geçirildiğim zor tünelin güzel olduğuna hep inandığım çıkışının nerelere ( belki çocukluğumdan beri içimde yaşayan hep ozledigim hayat tarzına, belki beni her geçen yıl tükettiğini gördüğüm sistemin dışına bilemiyorum ) çıkabileceği, bunun belki de şu günlerde istemem ve çabalamam ile ilgili olduğu ve daha bir sürü şeyde etkili oldu.
Gerek burda gerek IG da paylaşımlarınızı okuduğumda, içimde dönüp duruyor günlerce. Icimde derinden bir nehir akıyor sanki, ve suyun kenarlara usul usul vurması gibi hafif hafif vurarak tortulari asindirip temizliyor. Bunu deli anne yi okuduğumda da hissediyorum.
Yaklaşık 8 ay önce gördüğüm benim için önemli olduğunu düşündüğüm, anneligim için dönüm noktası tesiri olan bir rüya görmüştüm . Bir bölümünde Yüzünü görmediğim 40 yaş civarı bir kadın vardı. Çoğu şeyin ne anlama geldiğini sezinlesem de, o kadın kim acaba diye merak ederdim. Bir kaç gün once okulsuzluk yazilariniza tekrar göz atarken, onun siz olabileceğiniz hissi doğdu içime. Bunu sizinle nasıl paylaşacağımı düşündüm durdum. Rüya ya nasil bakarsiniz, onem verir misiniz bilmiyorum. Ruyami herkese açık olduğu için burda anlatamıyorum ama size anlatmayı , sizinle daha ne sohbetler yapmayi cok isterdim. Samimi karşılık ummadan yaptığınız paylaşımlarınız, kimlerin hayatına nasıl dokunuyor bilemezsiniz. Onlar ahirette karşınıza çıktığında sizi nerelere taşıyacaktır, sizde şaşkınlığını yaşayacaksiniz belki. Bu dünyadasize ulaşan kısmı, Umudunuz ve gayretinizi artırmaya vesile olur umarım.
Tüm postlar için şimdilik ayrı yorum yapamasamda , bu yazım hepsi için teşekkür aynı zamanda. Başka bir yer için yazıp burda yayınladığıniz yazı benim için ayrı bir etkili oldu, onun için buraya bırakmak istedim yorumu.
Fiziken olmasa da ruhen yakın olduğumuz ümidi ile sevgiler selamlar, Tüm ailenize.
Öncelikle çok teşekkür ederim, vakit ayırıp, okuduğunuz için. Sizin burada paylaştıklarınızı okumak da beni inanılmaz mutlu etti. İnanıyorum ki arayış yolculuğuna çıktıysak, ihtiyacımız olan bilgi bize mutlaka ulaşıyor. Hepimiz birbirimize üstün bir güçle bağlıyız. dünyanın bir ucunda, km lerce uzakta yaşadığınız sıkıntılar benim de sıkıntılarım, veya arayış yolculuğunuz benim de yolculuğum. Hepimiz içimize doğru döndükçe birbirimizi daha iyi hisseder hale geliyoruz. Ve aradığımız neyse bir forma bürünüp karşımızda beliriyor ve ihtiyacımız olan bilgiyi bize sunuyor. O yüzden rüyanızdaki kişinin ben veya bir başkası olması veya hatta kim olduğu da önemli değil bence. herhangi biri vesile olabilirdi. Ya da ben de olabilirim. bütüne doğru bir yol katettiysek, hep birlikte iyileşmeye başlıyoruz. Beni mutlu eden tam olarak bu.
Rüyanızı paylaşmak isterseniz; yabanelma@hotmail.com a yazabilirsiniz. Belki bir gün yüz yüze tanışma imkanımız da olur. Kucak dolusu sevgilerimi gönderiyorum….
Cevabınız beni cok mutlu etti, teşekkür ederim. Sozlerinize yürekten katılıyorum, derinlere indikce aslında tüm varlığın tek bir kalp gibi attıgını ve nerde ne olmakta ise bunu her kalbin hissettiğini, her varlığı etkilediğini hissediyor insan. Keşke kalbimizde bunu hissetmemize mani perdelerden siyrilabilsek… Herkesin kendi derdine düştüğü, iki kelam edecek bir gönül bulunmadığını gördüğüm şu günlerde unuttuğum bu hakikatleri tekrar hatirlamis oldum sozlerinizle.
Evet haklısınız, şahsın kim olduğu çok önemli değil belki. Zaten yüzünün gosterilmeyisi bunun için olabilir. Bununla birlikte, içime bu hissin dusmesi ve sizle paylaşma isteği duymaninda bir hikmeti vardır mutlaka.
Bir hak dostunun dediği gibi, duyguda gayede aynı çizgide olanlar, biri Doğu da biri batıda, biri dünya da biri berzahta da olsa ayri degillerdir.
InsaAllah yüz yüze de tanisiriz, olmasa da ne gam gönüller bir olsun, ahiret var. Burdaki tanismalar ordaki daimi dostluklar için , tatmalar doymalar için değil mi.
Bendende kucak dolusu sevgiler.
“Bir hak dostunun dediği gibi, duyguda gayede aynı çizgide olanlar, biri Doğu da biri batıda, biri dünya da biri berzahta da olsa ayri degillerdir.”
Ne guzel demis dost; cok sagolasin.
Bende bir şeyler yazmak istedim.IG den takip ettiğim birine bu kadar hayran olacağıma inanmazdım.şu günlerde başınızda sıkıntılar var ama son paylaşımda sevindirici haberi aldık🙏çok şükür🙏bebeğim 6aylık belki o büyüyene kadar bizde yolumuzu buluruz diye dua ediyorum.Bana yollar gösteriyorusunuz.benimde çok sorum var ama kafamda toparlayamıyorum.Daha okuyup araştırıp sindirmem lazım.çok güçlü dualarla.Yolunuz bahtınıZ açık olsun🙏
sevgili Mehtap, çok teşekkür ederim, ne kadar incesiniz. buranın okunuyor olduğunu bilmek, özellikle bu yazı dizisinin okunduğunu bilmek, beni çok mutlu ediyor. sorular olursa mutlaka cvp veriyorum, istiyorum ki buraya uğrayan herkes kendi sorularına cvp bulsun, kendi yolunu çizsin. hazır olduğunuzda elbette. çok sevgiler…
Nasıl söze başlayacağımı bilmiyorum.sizi bu yazı dizisini yeni bitirince keşfetmiştim yeni bera doğmuştu sanırım bir kişinin tavsiyesi üzerine instagramda sizi bulmuştum blogunaza girince bütün gece okumuştum okulsuzluğu sabah eşime anlatmıştım ilginç bulmuştuk keşke TR de de olsa diyorum iki senedir her yazınızı mutlaka okurum hayranınızım resmen üzerinden iki sene geçti oğlum doğdu daha sağlıklı beslenme aşısızlık tuvalet iletişimi yıkanabilir bezler doğala dönüş yine beni size getirdi okulsuzlukla ilgili tekrar açıp blogunuzu okumak istedim şuan gecenin biri ve ağlayarak yazıyorum yazılarınızda kendi birinci sınıfıma gittim ve oğlumu asla o halde görmek istemezdim korkmuş ne olacağından habersiz zorla yerine oturtturulan içindeki öğrenme hevesini yok eden sıcacık evinden ayran bana 14 sene birşey öğretemeyen sistem ve dedikleriniz,6 sene yanımda olan oğlumu öğretmeni daha iyi tanıyacak bana onu anlatacak onun hakkında bana akıl verecek bunlar aklıma kazınan şeyler oldu türkiye şartlarında okulsuzluk yapabilsek keşke kendi kendime kpss çalıştığım zaman ben bunları okulda öğrenememişim dedim o kadar zaman boşuna gitmiş şuan oğlum kendi kendine daha iyi öğreniyor ve mutlu oluyorum kendi içime yönelip sadeleşmeye başlıyorum tv siz doğayla başbaşa bir yaşam kurabiliriz bütün bunlar için daha çok araştıracağım türkiyede de okulsuzluğu kanunlara uygun yapanlar var asıl mesele ben yapabilecekmiyim kendimin bilmediği şeyleri yol gösterip oğluma aktarabilecek miyim eşimi ikna edebilecek miyim cevre baskısı nasıl olacak cevrede okula giden diğer cocuklar olacak oğlumda okula gitmek isteyecekmi yetebilecek miyim bu sorular aklıma yığıldı size yazmak istedim genelde çevremde böyle şeyler paylaşınca aykırı oluyorum :) ama sorgulamaya başladım bir yerden başlamak gerek her anne çocuğu için en iyisini bilir önümde 5 sene daha var inşallah bir yolunu bulurum istediğim şekilde eğitim sunabilirim sevgiler
çok teşekkür ederim paylaşımınız için. okulsuzluk fiziki olarak okula gitmemenin çok ötesinde aslında. okulsuzluk ne biliyor musunuz? okulsuzluk, soru sormak demek, soru sormayı yeniden öğrenebilmek demek. sormak ve sorgulamak yolun yarısı demek aynı zamanda. siz okulsuzluğun en büyük adımını atmışsınız zaten. bugün lütfen kendinize şefkatle sarılın ve yarınlara umutla bakın. siz soru sormaya devam ettikçe, cevaplar önünüze bırakılacak, bundan emin olabilirsiniz … çok sevgiler.
Benzer süreçleri yaşamış ve şimdi 4 yaşındaki kızına yaşatmamak adına yavaş yavaş karar aşamasına gelmis bir baba olarak duygulanarak okudum.
Kaleminize sağlık
Ben de cok tesekkur ederim vakit ayirip okudugunuz icin.