sizi okulsuzlukla ilgili motive eden kaynaklar, forumlar, ve bloglar var mı?
bu yazı dizisinin başında da belirttiğim gibi, okulsuzluk konusunda beni aydınlatan ve kendi fikirlerimin oluşmasında referans edindiğim iki önemli isim var, biri John Holt ve diğeri John Taylor Gatto. Özellikle Gatto nun kitapları, her ne kadar amerika daki eğitim sistemini eleştiri üzerine yoğunlaşsa da; günümüzde bir çok eğitim modelinin, amerika dahil olmak üzere, prusya daki okullaşma modelinden türediğini düşünürsek, Gatto’nun kitaplarında tartıştığı konuların ana fikrinin, temelde bizim eğitim sistemimizle de ilgili olduğunu düşünüyorum.
eğer Holt ve Gatto nun kitaplarına ulaşmakta zorlanırsanız, alternatif olarak Matt Hern in, “Alternatif Eğitim, Hayatımızın Okulsuzlaşması” kitabını da edinebilirsiniz. içinde İllich, Gatto ve Holt olmak üzere, alternatif eğitim üzerine çalışmış bir çok kişinin makaleleri var. hatta kitapta; Eylem Korkmaz ve Bülent Akdağ ın yazdığı, Türkiye deki alternatif eğitimi ve gelişmeleri detaylı anlatan bir bölüm de var.
aşağıdaki linkten de yine Holt, Gatto, ve Gray in kısa yazılarına ulaşabilirsiniz (ingilizce)
http://www.naturalchild.org/articles/learning.html
alternatif eğitimle ilgili sevgili Merve nin hazırladığı (facebooktaki okulsuz eğitim anneleri forumunda paylaşılan linkleri derleyerek) çok güzel bir kaynak listesi var (özellikle, ilk etapta, Ken Robinson un TED konuşmalarını izlemenizi tavsiye ederim). http://alternatifhayatlar.blogspot.com/2015/07/okulsuz-eğitim-anneleri-facebook.html
facebook hesabım olmadığı için benim takip edemediğim (ve bu yüzden linkini de paylaşamıyorum) “Okulsuz Eğitim Anneleri” grubuna, eğer facebook hesabınız varsa üye olabilirsiniz.
yine Türkçe bir referans olarak; Sinek Sekiz (İG @iremcagil) tarafından basılan, ve sevgili Seda (İG @anneminkitaplığı) tarafından çevirilen, Ben Hewitt in “Okulsuz Büyümek” kitabını okuyabilirsiniz.
faydalandığım ve referans olarak kullandığım, çoğunluğu eğitimle ilgili diğer kitapların fotoğraf olarak listesine, okulsuzluk yazı dizisinin 10. bölümünden ulaşabilirsiniz (fırsat bulduğumda sadece okulsuzlukla ilgili olanları buraya listeleyeceğim). elimde kindle versiyonları olduğu için fotoğraflarda olmayan ve beni oldukça etkileyen kitapları da buraya ekleyebilirim:
Peter Gray, “Free to Learn”.
Krishnamurti, “Education and Significance of Life”.
Richard Louve, “Last Child in the Woods “.
bu aralar, okulsuzlukla ilgili sürekli olarak takip ettiğim bir blog yok. fakat okulsuzlukla tanıştığım ilk yıllarda “mothering.com” un alternatif eğitimle ilgili forumlarını uzun bir süre takip etmiştim. burası oldukça aktif bir forum (ve ingilizce) (http://www.mothering.com/forum/439-unschooling/ )
yahoo groups üzerinden üye olduğum iki grup var, aktif olarak takip etmiyorum, ama ihtiyacım oldukça faydalanıyorum (yine ingilizce) (waldorf ve evde eğitim ile ilgili)
http://groups.yahoo.com/group/waldorfhomeeducators/
https://groups.yahoo.com/neo/groups/waldorfcurriculum-supplies/info (waldorf la ilgili, ikinci el evde eğitim müfredatlarına ulaşmak için kullanıyorum)
ev ortamınızda, okulsuzluğun devamı için, sahip olmanız gereken olmazsa olmaz diyebileceğiniz neler var?
okulsuzluk için evin fiziksel şartlarıyla ilgili düşüncelerimizi 10. bölümde özetlemiştim. bizim en önem verdiğimiz konulardan biri, ev içerisinde çocukların farklı yerde çalışmalarını kolaylaştırabilecek küçük alanlar yaratmak; yani evdeki eşyaları azaltarak, evin odalarını (belki uyku odaları hariç), evin bütün bireylerinin demokratik kullanımına açmak.
ikinci olarak; ev kütüphanemizin zenginleşmesine önem veriyoruz. genelde bütçemizi de sarsmaması için ikinci el kitap almayı tercih ediyoruz. yalnız bu her ucuz bulduğumuz kitabı eve getiriyoruz anlamına gelmesin. kitap konusunda oldukça seçiciyiz. okulsuzluğu veya ev eğitimini düşünen ailelerin de çocuk dostu bir kütüphane oluşturabilmek için ayın belirli günlerinde, ikinci el kitapçıları ve sahafları gezmesinin gerekli olduğuna inanıyorum.
son olarak: okulsuzluk konusunda eşler (veya ebeveynler) arasında uyumun önemine inanıyorum. her konuda hemfikir olunması elbette mümkün değil. fakat okulsuzluk felsefesini her iki tarafında iyi anlaması, benimsemesi, ortak fikirler yürütebilecek bir zeminde buluşmaları; karşılaşılacak problemlere ortak müdahale edilebilmesi açısından da büyük önem taşıyor.
okulsuzluğu seçersem kendime ait bir hayatım olmayacak. bütün hayatımı çocuklarıma adarsam, 24 saatimi onlarla geçirirsem, hem kendi kişisel gelişimim için, hem de diğer insanlara faydalı olabilmek adına yapabileceklerimi de sınırlandırmış olacağım.
bir önceki sorunun cevabında da belirttiğim gibi, okulsuzluk tek bir tarafın isteğiyle alınabilecek bir karar değil. evde; anne ve baba, ve daha ileriki yaşlarda çocukların da katılacağı ortak müzakereler sonucunda bu yönde karar verilmesi oldukça önemli. bu kararı alırken sebeplerini de çok ayrıntılı düşünmemiz, çocuklarımızın okulsuzluğa adaptasyonunun gerçekleşmesi için, onlara verebileceklerimizin analizini de iyi yapmamız gerekiyor.
okulsuzluk kararıyla beraber, bütün hayatımızı elbette çocuklarımıza adamış olmuyoruz. onların özgür düşünme yetisi kazandıkları, deneyimleyerek öğrendikleri, üretkenliklerini destekleyebileceğimiz ve bu pencereleri onlara açabileceğimiz kritik bir zaman aralığı var. bana göre bu zaman aralığı ortaokul sonlarında, yani 13-14 yaşlarında sonlanmış, ve bu yaştan sonra, çocuk da kendi öğrenmesinin sorumluluğunu almış oluyor.
okulsuzluğu benimsediğimiz için, zamanımızın çoğunu (bizim aile desteğimiz olmadığı için tamamını), çocuklarımızla birlikte geçiriyoruz. fakat bu, bütün günümüzü onların ihtiyaçlarını (fiziksel, zihinsel, duygusal) karşılayarak geçirdiğimiz anlamına gelmemeli. okulsuz çocuklar, kendi zamanlarını yönetmeyi, iç sıkıntılarını gidermeyi, ve sürekli okuyan ve üreten bireyler olmayı, çok başarılı bir şekilde gerçekleştirebiliyorlar. çoğu zaman, anne baba da, gün içerisinde kendi işine odaklanabilecek minimum 2-3 saate sahip olabiliyor. özellikle 7 yaşından sonra bu zaman giderek artıyor. hatta, daha ileriki yaşlarda (9 yaş ve sonrası), tek başlarına çok daha uzun süreli çalışabilecek donanıma sahip oluyorlar. (bennu şu an 8 yaşında, ve sevdiği bir iş üzerinde, minimum 2-3 saat odaklı çalışabiliyor. almila 11 yaşında, ve bütün gününü kendi yöneterek geçirebiliyor). çocuğun en başından beri okulsuz büyümüş olması da büyük fark yaratıyor. kendi iç motivasyonuyla öğrenmeye alışan bir çocuk, dışarıdan stimule edilmeyi de beklemiyor.
okulsuzluk, aynı zamanda, ebeveynlerin de kendilerini keşfetmelerine yardımcı oluyor. kendi düşüncelerini okulsuzlaştırma sürecinden geçiren bir anne baba için, sistem içinde var olma ve bunu ispat etme ihtiyacı da önemini yavaş yavaş kaybediyor. “başarı” veya “kariyer” üzerine odaklanmış bir hayattan, daha basit, “üreten”, ve ürettiği ile mutlu olabilen başka bir yaşama doğru yöneliş başlıyor. bizler özgürleştikçe, deneyim ettikçe ve öğrendikçe, beklentilerimiz, hayallerimiz, ve ideallerimiz de yavaş yavaş değişmeye başlıyor. bu sebeplerden dolayı, okulsuzluk; hayatımızı çocuklarımıza adayacağımız veya kendimiz olamayacağımız bir yaşam yaratmıyor; tam tersi, kendimizi bilerek ve daha farkında ilerleyeceğimiz bir dönüşüme öncülük ediyor.
ben sosyal bilgiler alanlarında çocuğuma yol gösterebilecek bir yeterliliğe sahibim, fakat sayısal konularda çok zayıfım. özellikle matematik benim kabusum. okulsuzluğu seçersem çocuğumun sayısal konulardaki algısı da benim korkularım ve yetersizliklerim üzerinden şekillenir mi?
okulsuzluğun amacı, çocuklarımızı bütün akademik konularda dört dörtlük bir noktaya getirmek değil asla. bu maalesef okul kültürünün bizlere senelerce empoze ettiği; “her konuda iyi olmalıyız ve her şeyi bilmeliyiz” varsayımıyla yaratılan kaygıların bir sonucu aynı zamanda. halbuki, okulsuzluk, çocuklarımıza “bilmemenin” doğal olduğunu, hatta anne babanın da çoğu zaman bilmediğini, fakat merak ettiğimiz her şeyi öğrenebilme kapasitesine sahip olduğumuzu anlatabilmenin anahtarını veriyor. bu perspektiften baktığımız zaman, çocuğumuzun bize danıştığı, fakat onlara yardım edemediğimiz konularda; bilmiyorum ama beraber öğrenebiliriz diyebilmenin, birlikte araştırmanın, etrafımızdaki arkadaşlarımızdan yardım almanın, öğrenmeyi uzun bir zamana yaymanın, ve öğrenmenin birikim, düşünme ve analiz sonucu oluştuğunu göstermenin; çocuklarımız da endişe veya kaygı yaratmak yerine, onlara, bilgiye ulaşabilmenin, her zaman mümkün olduğunu öğreteceğine inanıyorum.
çocukların okul dışında sosyalleşme olanakları kısıtlıdır.
bu konuda yapılan araştırmalar, okulun her zaman sağlıklı bir sosyalleşme ortamı oluşturamayacağını gösteriyor. özellikle son yıllarda hızla artan akran zorbalığı, ailelerin ekonomik statülerinin çocukların arkadaş seçimlerine yansıması, okuldaki arkadaş gruplarının; okulda çalışkanlığı veya fiziki gücü öne çıkan bir kaç çocuğun popüleritesi üzerinden oluşması, çocukların kendi değer yargılarını, arkadaşlarının değer yargıları üzerinden şekillendirmeleri vs. gibi durumlar, okuldaki sosyalleşmenin sağlıksız yönlerine dikkat çekiyor. bir çok idareci ve öğretmen de, bu problemlerin üstesinden gelmek için yeterli kaynaklara ve donanıma sahip olmadıkları için, okul bir çok çocuğun kendine olan güvenini yitirdiği, hatta içine kapandığı bir ortama dönüşebiliyor.
bunun yanı sıra; günümüzde, girdiğimiz her ortamda, dışa dönük ve sosyal olmak, kazanılması zorunlu bir davranış olarak öne çıkarılıyor. bir çok aile de çocuğunu dışa dönük ve girişken olması için motive ediyor. fakat son yıllarda, içe dönükler üzerine yapılan çalışmalar , sürekli ön planda olmanın değer verildiği okul ortamlarının, içe dönük çocukların öğrenmesine büyük bir engel oluşturduğunu da gösteriyor. (bkz: Sessiz: Konuşmadan Duramayan Bir Dünyada İçe Dönüklerin Gücü).
okulsuzluğu seçen aileler ise; okuldaki 10 dk lik teneffüs aralığında, veya aynı yaş grubuna kısıtlanmış sınıflarda, çocukları yapay iletişime zorlayan bir sisteme güvenmek yerine; çocuklarının hayatın içinde olması için ellerindeki kaynakları her fırsatta değerlendirmeye çalışıyor. bu konuda, okulsuz bir aile olarak, şimdiye kadar hiç bir sorunla karşılaşmadığımızı içtenlikle ifade edebilirim. hatta tam tersi, çocuklarımızın her ortama rahatlıkla girebildiklerine ve arkadaş edinebildiklerine, ve özellikle yetişkinlerle kuvvetli diyaloglar kurabildiklerine sürekli şahit oluyoruz.
bütün bunlara rağmen, okul, bir çok aile için, çocuklarının sosyalleşebilmesi için yegane bir sığınak görevini görüyor. fakat, bunu bir varsayım olarak kabul ederken, üzerinde gerekli sorgulamaları yapmadığımız gerçeğini de göz önünde bulundurmamiz gerekiyor. okulun, bazı çocukların gelişimi için gerekli fırsatları verebileceğini, fakat bir çok çocuk için, özellikle sosyalleşme konusunda, oldukça yıkıcı ve tamir edilemeyecek sonuçlar doğurabileceğinin de farkında olabilmeliyiz.
çocuklarımızı evde pamuklara sarıp sarmalayarak, ve onları ileride karşılacakları kötülüklerden koruyarak, kendi kişiliklerini savunma ve koruma yetilerinden mahrum bırakmış olmuyor muyuz?
okulsuzluğun, çocuklarımızın hayatında, koruyucu bir görev gördüğü gerçeğini elbette kabul etmek zorundayız. özellikle arkadaş baskısı ve akran zorbalığı gibi çocuklarımızın okulda her gün karşılabilecekleri problemler, okulsuzluk veya ev eğitimiyle bir nebze kontrol altına da alınmış oluyor. fakat bu okulsuz çocukların, okula giden arkadaşları ile vakit geçirirken, veya okul dışında katıldıkları aktiviteler sırasında, sürekli olmasa da, benzer problemlerle karşılaşabilecekleri, ve bunlarla başetmek zorunda oldukları gerçeğini değiştirmiyor. biz anne baba olarak, bu konularda çocuklarımızla sık sık konuşma gereği duyuyoruz. çocuklarımızın benzer konularda farkındalık geliştirebilmeleri ve sorunlarına, önyargısız ve sağlıklı çözümler bulabilmeleri için senaryo üreterek (veya çoğu zaman karşılaştıkları bir problemden yola çıkarak), atabilecekleri adımları öğrenmelerine yardımcı oluyoruz.
bunun yanı sıra; kendini koruma, savunma gibi yetileri, çocuklarımızın okulda kazanabileceğini düşünürken, okuldaki ortamın oldukça regüle edildiği gerçeğini çoğu zaman unutuyoruz. çocukların kendi problemleriyle baş edebilmesi için oluşan fırsatlar; okuldaki öğretmenlerin zamansızlığı, kaynak yetersizliği ve katı disiplin kuralları gerekçesiyle hasır altı ediliyor. evde ise; okul saatlerinin uzunluğu, ödev, televizyon ve diğer aktiviteler sebebiyle oluşan zaman yetersizliğinden, çocuğun biriktirdiği sorunlar, aile içinde paylaşılamadan, çözümsüz bir şekilde üstü kapatılıyor.
maalesef, yukarıda da belirttiğim gibi, okulun faydaları konusundaki bir çok düşüncemizin temeli, varsayımlara dayanıyor. bu varsayımlarımızı deştiğimiz zaman, aslında okulun bir çok konuda yetersiz kaldığı gerçeğiyle de yüzleşmiş oluyoruz.
okulsuz eğitime devam etmek şehirde veya bir apartman dairesinde zordur, mutlaka bahçeli bir ev gerekir.
okulsuzluk veya evde eğitim, dünyanın bir çok ülkesinde, çok farklı koşullarda ve ortamlarda (new york daki bir apartman dairesinde, avusturalya nın kırsal bölgelerinde bir çiftlikte, veya küçük bir kasabada) yaşayan aileler tarafından uygulanabiliyor. açıkçası ben de, okulsuzluğun mekandan bağımsız olduğuna inanıyorum. aslında okulsuzluk, “okul binası” içinde öğrenmeyi reddetmek anlamına geliyor. evde (bahçeli veya bahçesiz), sokakta, doğada, yaşamın ilerlediği her alanda, öğrenme gerçekleşmeye devam ediyor.
okulsuzluğu seçen ailelerin de, çocuklarının okulsuzluğunu, kendileri için de birer keşfetme ve öğrenme süreci olarak görebilmeleri gerekiyor. ebeveynlerin ben merkezinden çıkarak hayata karşı yeni bir bakış açısı geliştirmelerinin, bilen ve öğreten konumundan sıyrılarak, ortak yaşayan ve deneyimleyen, ve kolaylaştıran rolüne bürünmelerinin; şehir ( veya kırsal ) yaşamının zorluklarını da bir avantaja çevireceğine inanıyorum.
şehir yaşamının çevresel (hava kirliliği, doğaya ulaşımın kısıtlı olması, vs gibi)ve fiziksel (ulaşım problemleri gibi ) zorlukları olmasına rağmen, okulsuz bir ailenin şehirde ulaşabileceği, kültürel ve sanatsal etkinliklerin çeşitliliğini, ve bunların çocuğun sosyal gelişimine katkılarını elbette inkar edemeyiz. şehirde yaşayan aileler, özellikle uzun hafta sonu veya bayram tatillerini, doğayla daha iç içe olabilecekleri, coğrafya ve tarih yönünden çocukların öğrenme fırsatlarını artırabilecekleri gezilerle destekleyerek bu açığı da rahatlıkla kapatabilirler.
diğer taraftan, ailenin “öğrenme” ye bakış açısının, yaşanılan ortamdan çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. nerede yaşarsak yaşayalım, çocuklarımızın öğrenmesi için, sahip olduğumuz koşullardan azami sekilde faydalanmak ve bunları çocuklarımızın merakını uyandırmak için bir fırsata dönüştürmek bizim elimizde. David Sobel , “yerel” odaklı öğrenmek ( place based education) isimli kitabında; her çocuğun ve yetişkinin öğrenmesi gerekenlerin, kendi yaşadığı ortamın şartlarına göre çeşitlilik gösterebileceğini savunuyor. mesela İstanbul’ da büyüyen bir çocuk, kalabalık bir şehrin sorunlarını (ve belki bunlara çözüm geliştirmeyi) ve bu şehirin tarihi ve sanatsal zenginliklerini öğrenirken; köyde veya kırsalda okulsuz büyüyen bir çocuk, çicekçilik, bahçecilik gibi konulara yönelecektir. yani öğrenme mekandan bağımsız gerçekleşirken; bu mekanlar aynı zamanda, çocuğun ilgisini ve merakını uyandıracak konulara ev sahipliği yapacaktır.
son olarak, bütün bunlara ilaveten, her ailenin, okullu veya okulsuz, doğayla uzun süreli iletişimi sağlamak için yoğun bir “çaba” sarfetmesi gerektiğine de inanıyorum. doğayla iletişimin kurulması, bence kesinlikle bahçeli bir eve sahip olmaktan geçmiyor. bahçeli bir ev, çocuklarımızın çıplak ayakla toprakta dolaşmasına veya kendi bahçemizde üretebilmemize fırsat veriyor, elbette. fakat doğayla iletişim kurmanın bilinçli ve düzenli bir şekilde, bakir bir tabiatla başbaşa kalınarak yapılması gerektiğine inanıyorum. bana göre; bu ne şehirde, ne de bahçeli bir evde mümkün olabilir. bu yüzden, kendi çocuklarıma verebileceğim en büyük çocukluk hediyesinin kırsalda yaşamak ve kendilerini bilme yolculuklarında doğanın bütün nimetlerinden, her an faydalanabilmelerini sağlamak olduğunu düşünüyorum. umarım ileride bunu gerçekleştirebilme fırsatına bizler de kavuşabiliriz.