kütüphaneye dair ilk anılarım, erken çocukluk dönemlerimde, salonumuzun duvarlarının neredeyse tamamını kaplayan ev kütüphanemizin ekseninde oluşmaya başladı. kitaplığımızın raflarında her daim karıştırılabildiğimiz çeşitli ansiklopediler, kitaplar, dergiler, gazeteler ve haritalar bulunurdu. çoğu zaman, rasgele çekip çıkardığım bir kitabın resimleri içinde kaybolup giderdim. halbuki böyle bir kütüphanemizin olması, kendi sosyo-kültürel çevremizde ve ilkokul mezunu bir anne babanın evinde alışılagelmiş bir durum değildi. fakat babam, üniversiteyi bitirip ayaklarımızın üzerinde sağlam durabilmemizin çok önemli olduğunu düşünür ve yüksek okullara devam edebilmemizin, evimizde bir kütüphanenin varlığıyla mümkün olabileceğine inanırdı. bunu gerçekleştirmek için de yıllarca çalışıp emek verdi, ve her türlü bilgiye ulaşabileceğimiz zengin bir kütüphane oluşturdu. ben ve iki kardeşim, evimizde bir kütüphaneye sahip olmanın lüksüyle büyüdük.
ilkokul, ortakokul ve lise dönemlerinde mahallemizdeki devlet okullarına devam ettim. ilkokula devam ettiğim binada, sınıf kapısının hemen yanında, üzerinde kilit olan, camekanlı bir kitaplık dururdu. kitapları ödünç almak istediğimiz zaman, öğretmenimiz o kilidi acar, seçtiğimiz kitabı bize verir ve kayıt tutardı. ilkokul dördüncü ve beşinci sınıfa devam ederken, okulumuzun üst katına bir kütüphane odası eklenmişti. sınıfımızın hemen yanında olan, bu boş ve sessiz odaya girildiğini çok nadir görürdüm. zaten kapısı da hep kilitli olurdu. ortaokul ve liseyi okuduğum devlet okulunda ise, kütüphaneye dair hemen hiç bir anım olmadı. hatta muhtemelen bir kütüphane odası da yoktu. eğer vardı ise, ne gördüm, ne kitap ödünç aldım, ne de o odada çalıştım. sadece kütüphane kolu olduğum zamanlarda, siyah önlüğümün kolunun üzerinden geçirdiğim K.K. işlenmiş bir kol bandıyla gezdigimi hatırlıyorum. sanırım o yıllarda, bir çok devlet okulunda kütüphanenin varlığı sadece bir formaliteden ibaretti. dolayısıyla okul kütüphaneleriyle olan ilişkim de, bu ve benzeri bir kaç silik anıyla sınırlı kaldı.
üniversite eğitimim sırasında da, kütüphanelerle aramdaki mesafe artarak devam etti. fakültemizin kütüphanesine araştırma yapmak veya ders çalışmak için her uğradığımda, resmi, soğuk, ve mesafeli hissettiren bir atmosferle karşılaşırdım. velhasıl, bana sürekli bir huzursuzluk hali veren bu ortamdan da uzak kalmayı tercih ettim.
bugün ise, geçmişi hatırladığımda içimi en çok sızlatanın, gerçek bir kütüphane kültürüne sahip olmadan, çocukluk ve ilk gençlik yıllarımın geçip gitmesi olduğunu düşünüyorum.
üniversiteden mezun olduktan sonra ise eğitim hayatımda yeni kapılar açıldı. nasıl olduğunu şu anda bile idrak edemediğim tesadüfler zinciriyle kendimi Amerika nın ortasında, 200 yıllık köklü geçmişi olan bir üniversitede yüksek lisans yaparken buldum. öğrenimime devam ettiğim eğitim fakültesi, “state of art” diye tabir edilebilecek oldukça donanımlı, yeni inşa edilmiş bir binaya sahipti. okuldaki ilk günlerimde, beni en çok etkileyen aynı binadaki eğitim kütüphanesi olmuştu. kütüphaneyi keşfettikten sonra, bölümümdeki teknoloji labarotuvarımız ve burası arasında mekik dokur hale gelmiştim. kütüphanenin benim için ifade ettiği anlamlar da yavaş yavaş değişmeye başlamışti. içinde sessizce kitap okunan, karanlık, sıkıcı ve bürokrasi kokan bir bina olmaktan çıkmış; dört bir yanı yüksek camlarla çevrili, aydınlık, ferah, her türlü konfora ve güçlü bir teknolojik donanıma sahip, üstelik estetik yönü de düşünülerek tasarlanmış bir mekanı çağrıştırmaya başlamıştı. sınırsız internet ve bilgisayar erişimi sunan, arkadaşlarımızla buluşup ortak çalışmalarımızı tamamladığımız, hatta geniş koltuklarında gece ve gündüz uyuyan ve dinlenenleri görebildiğimiz üniversite kütüphaneleri, zaman içinde eğitim hayatımın da can damarı haline geldi.
ve yine aynı yıllarda halk kütüphaneleriyle tanıştım. altmış bin nüfuslu kasabamızın merkezinde, üniversite bünyesindeki akademik odaklı kütüphanelerin yanı sıra, oldukça büyük bir halk kütüphanesi de vardı. yaklaşık on bin metre kare üzerine kurulu bu kütüphane, aydınlık, ferah ve her türlü teknolojik alt yapıya sahip binası ile oldukça etkileyiciydi. fakat, üniversite içindeki akademik kütüphanelerden daha farklı bir işleyişi , düzeni ve organizasyonu vardı; burası resmiyetten uzak, daha güncel, daha insan odaklı, sanki daha çok yaşayan bir mekandı.
bu kütüphanenin alt katı, tamamen çocuklar için düzenlenmişti. kütüphaneye uğradığım zamanlarda genelde bu kata iner, bir kaç film ve belgeseli çantama yükleyerek ayrılırdım. her ziyaretimde, gözüm kütüphanede oynayan çocuklara takılırdı. o dönemlerde, kütüphanede eş zamanlı hem kitap okunup, hem de oyun oynanabilmesini, ve çocukların kütüphane binasında bu denli özgür hareket edebilmelerini oldukça radikal buluyordum. zaten, çocuk dostu ve çocuk odaklı bir halk kütüphanesi modelinin, yaşantımızda vazgeçemiyeceğimiz bir noktaya evrilmesi için de çocuklarımızın dünyaya gelmesini beklememiz gerekiyordu.
doktora öğrenimim için başka bir üniversite kasabasında devam eden yolculuğumuza, üç yıl sonra ilk çocuğumuz katıldı. onun sosyalleşmesi ve diğer çocuklarla oynayabilmesi için halk kütüphanesini daha sık ziyaret etmeye başladık. ziyaretlerimiz sıklaştıkça, kütüphanenin kitap ödünç vermenin ötesinde, sayısız bir çok organizasyona da ev sahipliği yaptığını öğrendik. kütüphanede, çeşitli konularda halkı bilgilendirici seminerler veriliyor, çeşitli klüplere (satranç klübü, karikatür klübü, kitap klübü, lego klübü gibi ), faaliyet gruplarına (örgü, nakış, tığ işi, vs gibi) ve resim galerilerine ortam sağlanıyor, ve bilgisayar ve internete sınırsız erişim hizmeti veriliyordu. yani halk kütüphanesi insanların sessizce girip çıktığı, bir köşede kitap okuduğu, veya bir iki kitap ödünç alıp terkettiği bir mekan değildi. kütüphane, kitap sevgisi kazandırmanın, ve çok yönlü entellektüel gelişimi desteklemenin yanısıra, organize ettiği aktivite ve faaliyetlerle şehrin kalbinin attığı yer olma özelliği de taşıyordu. daha da önemlisi, aynı bölgede yaşayan insanların kültürel ve sosyal ağlarını güçlendirmek için bir çatı vazifesi görüyordu.
kütüphanenin çocuk bölümünde ise, haftanın değişik günlerinde farklı yaş grubundaki çocuklar için hikaye ve masal saatleri ve okul sonrası aktivite programları düzenleniyordu. anne ve babalar günün herhangi bir saatinde bebekleri veya çocuklarıyla kütüphaneyi ziyaret edebiliyor; bazı ebeveynler çocuğuyla bir köşede kitap okurken, bazıları çocuklarıyla yere oturup eğitici aktiviteler yapıyor veya sadece oyun oynuyordu. kütüphanenin bu bölümü, kuklalar, yap-bozlar, eğitim setleri, yaratıcı oyunu destekleyen oyun evleri vs gibi bir çok materyale erişim olanağı da sağlıyordu. yine aynı bölümde bilgisayar oyunu odası ve hikaye saatleri için ayrılmış iki büyük toplantı odası vardı. ve kütüphanenin verdiği bütün bu hizmetler; yani kitaplara erişimin yanında, seminerlere, sanat galerisine, toplantı odalarına, eğitim ve oyun odaklı materyallere erişimin hepsi ücretsizdi .
çocuklarımız büyüdükçe, halk kütüphanesi, bizim yaşantımızın da merkezi olmaya başladı. özellikle okulsuzluğu seçtikten sonra, kütüphane, düzenli ziyaret ettiğimiz, çocuklarımızın hem oyun oynadığı, hem sosyalleştiği, hem de farklı aktivitelere katıldıkları bir mekana dönüştü. daha ileriki yıllarda, çocuklarımızın okur yazar olması ile, kütüphaneden ödünç aldığımız kitapların sayısında ve çeşitliliğinde de büyük bir artış oldu. kütüphane, belki de su ve yemek gibi, vazgeçemeyeceğimiz bir ihtiyaç haline geldi.
***************************
yukarıda da kısaca özetlemeye çalıştığım üzere, hayatımızın tam merkezine yerleşen çocuk dostu halk kütüphanemiz, her Türkiye ziyaretimizde belki de en çok aradığımız ve özlediğimiz mekan oluyordu.
zaman içerisinde ben de, ülkemizdeki halk kütüphanelerinin sayısının azlığı bir yana, özellikle büyük şehirlerde, kütüphane algısının buradaki küçük bir kasabayla kıyas dahi edilemeyecek kadar zayıf bir noktada durduğunu; üstelik ülkemizdeki halk kütüphanelerinin işleyiş şekliyle halktan ve özellikle de çocuklardan kopuk olduğunu farketmeye başladım.
gelir düzeyi düşük ailelerin ve çocuklarının bilgiye sinirsiz ulasabilmelerinin, sadece halk kütüphanelerine erişimle mümkün olabileceği gerçeğini, ve kütüphanelerin bu eşitlik ilkesini yerine getirmekte oldukça zayıf kaldığını farketmemle birlikte, bu konuda “ben ne yapabilirim?” sorusunu sık sık kendime sorar oldum.
bu konuda sorularım çeşitlendikçe, çözüm arayışlarına da girdim. ve kendime verdiğim ilk cevap şu oldu. başlangıç noktasının çocuk olduğu bir çözüm bulmalıyım….cok kucuk yaslardan itibaren kütüphaneyi düzenli ziyaret eden, burada sosyalleşen, bu mekanı benimseyerek ve kütüphanede geçirdiği zamana içsel bir önem atfederek büyüyen her çocuk, güçlü bir okur-yazar olmaya adaydı benim gözümde.
bu noktada; çocuk kütüphaneleri veya çocuk dostu halk kütüphanelerinin sayısının ve işlevinin artması için bir hareketin başlaması, bu konuya dair bilincimizin daha güçlü bir şekilde yerleşmesi ve bir farkındalık oluşması için; yaşadığım ülkede ziyaret edebildiğim kadar çok sayıda çocuk kütüphanesini fotoğraflamanın, ve burada bu fotoğrafları bir yazı dizisi olarak paylaşmanın küçük de olsa bir adım olabileceğini düşündüm.
işte bu amaçla , çoluk çocuk kısa bir süre önce yola çıktık ve ilk fotoğraflarımızı çekmeye başladık. “her hafta yeni bir kütüphane” fotoğraflayıp, burada, blogda paylaşıyor olacağız. umuyoruz ki paylaştığımız fotoğraflar, ülkemizdeki çocuk ve halk kütüphanelerine olan bakış açısının yenilenmesi ve retorikten uzaklaşıp bir hareket oluşturması için küçücük bir kıvılcıma vesile olabilir.
********************
köşk kütüphanesi
ilk yolculuğumuza, 45 bin nüfuslu bir bölgeye hizmet amacıyla kurulmuş, ve ana binası sadece “altı bin nüfuslu”, minik bir kasabanın merkezinde olan bir halk kütüphanesinin çocuk bölümüyle başladık.
1935 yılında kurulan bu kütüphaneye, 1952 yılında bir kütüphane dostu tarafından bağışlanan görkemli bir köşk evsahipiği yapıyor. köşkün giriş katındaki bilgi masası ve bilgisayar bölümü dışındaki bütün alanı çocuk bölümü için ayrılmış. bu kısım, toplam dört büyük salonun ve geniş bir holün birleşiminden oluşuyor. giriş kapısının sol tarafına dönülerek ulaşılan çocuk bölümündeki iki salon, okul öncesi ve yeni okula başlayan küçük çocuklar için ayrılmış. geniş pencerelerin olduğu salonda, kitap raflarında yeni okumaya başlayanlar için ayrılmış kitap dizileri var. bu bölümde aynı zamanda küçük çocuklar için oturma alanları düzenlenmiş. diğer salonda ise eski bir şöminenin önüne market alışverişi ve kukla oyunları için stand konulmuş. bu bölümdeki raflara da resimli çocuk kitapları yerleştirilmiş. bu iki salon iki farklı kapıyla geniş bir hole açılıyor. holün duvarlarındaki raflarda bilim, coğrafya ve tarih alanlarında, kurgu olmayan ve bilgiye odaklı kitaplar var. buradaki rafların ilerisinde sesli kitap dinlemek ve internete ulaşmak için iki bilgisayar ayrılmış. yine aynı holden iki farklı kapıyla bir sonraki salonlara geçiş yapılabiliyor. bu salonlar ise büyük çocukların ve gençlerin kurgu-roman kitaplarını düzenlemek için ayrılmış. asağıdaki fotoğraflarda detayları daha yakından inceleyebilirsiniz.