evimize döndük. bu sefer yolculuk daha bir uzun sürdü sanki. bursadan ayrılış, vedalar, hüzün, feribot, havaalanı, yine vedalar, uzun uzun el sallamalar, yollar, yolculuk, uzun, cok uzun… cok uzak… ve nihayet varış, son durak. evimiz. gözlerimiz yarı kapalı uyumaya ramak kalmış bir halde eve vardığımızda bavulları bile taşımadan kendimizi uykunun kollarına bırakıvermişiz. sabahın ilk ışıklarıyla uyandığımızda, kuş cıvıltıları ve havanın dingin kokusu bizi bahçeye cağırıyor. sukünet ve huzur. güller açmış, ve komşumun şakayıkları- pembenin her tonu var, ne de güzeller-, bahçe otlarla kaplanmış -olsun temizleriz-, tavuklarin keyfi yerinde -sabah kahvaltısı için yumurta bile bırakmışlar, çok yaşayın emi-, geçen sene diktiğimiz dut ağacında dutlar var, öyle az da değil, elma ağacı da coşmuş, bu sene belki paylaşacak kadar çıkar, belki… eve giriyorum, aklımda saksı çiçeklerim, çok sükür, solmamışlar…her şey yerli yerinde. evin etrafında biraz daha dolandıktan sonra nihayet rahatlıyoruz. elimizdekilerle basit bir kahvaltı hazırlıyoruz. kızlar çok özlemişler, gözlerinde mutluluğun her tonu var. bera şaşkın şaşkın bakınıyor. hatırlıyor. hatırladıkça gülümsüyor. tırmanmayı da öğrendi ya, onun gözünde ev keşif noktalarıyla dolu yeni bir kimliğe bürünmüş. kahvaltıdan sonra bera nın hemen uykusu geliyor, ben bir önceki günün yorgunluğuyla zaten ayakta uyuyorum, hiç itiraz etmeden bera yla kucak kucaga yeni rüyalara dalıyoruz, babamız da bize katiliyor. kızlara sesleniyoruz, hadi sizde dinlenin… sanırım duymuyorlar, onlar meşgul. biz rüyalar arasında gidip gelirken kapılar açılıyor, kapanıyor. mutfakta sesler bitmiyor. arada anne sesleri yükseliyor, cevap veriyor muyum, bilmiyorum…uzun uzun uyuyoruz. uyandığımızda sanki gün yeni doğmuş. mutfak masasının ve sephanın üzerinde yeni toplanmış çiçekler gözüme çarpıyor. etrafı nane kokuları sarmış, az ileride yemek masasında bezin üzerine özenle serilmiş naneler kurumaya bırakılmış. almila gülen gözlerle anne nane çayı yaptım sıcak sıcak içer misin diye soruyor, elbette içmem mi… bu arada bennu nun sabahın ilk ışıklarıyla sorduğu anne çamurla oynayalım mı sorusuna çok yorgunum diye cevap verdiğimi hatırlıyorum. tek başıma oynamak istemiyorum demişti. ben de istersen bir ev yap demiştim. biz uyurken yapmış… merdivenlerin başına minik kumaş bir torba, pelerin, ve oyuncak kılıç bırakılmış. az sonra pencereden almila yi goruyorum, salıncakta sallanıyor, üzerinde pelerin, minik çıkınını yanına asmış, kılıçlarını kuşanmış…simdi zaman daha hızlı akıyor… vakit daha ilerlemeden bülent i bahçeye uğurluyoruz, otlar diz boyu, almila nin belindeki kılıca sanki onun daha çok ihtiyacı var. bennu yine oyuna dalmış. almila ise iki gündür dilinden düşürmediği mektupları yazmaya başlamış. bende bavullar ve çamaşırlara bir el atayım diyorum. ama bera, bera nerede? arkamı dönüyorum. masanın üzerine tırmanmış hınzır bir gülümsemeyle bana bakıyor. tamam diyorum, atla kucağıma, işler biraz beklesin. beraber bahçeye ot yolmaya iniyoruz.
Sorry, comments are closed for this post.