seyahatimizden döndükten sonra, waldorf felsefesini daha iyi anlayabilmek için şehrimize yakın olan waldorf okulunu ikinci defa ziyaret etme kararı aldık. bu esnada waldorfla ilgili yaptığım araştırmalarım da derinleşmişti.
waldorfu öğrenmeye başladıkça, beni büyüleyen estetik bakışın altında yatan gerçek sebebi de farketmeye başlamıştım. bu okulda çocuklara, çocuk oldukları için “değer” veriliyordu. ve okulun bütün felsefesi, çocuğun çocukluğunun korunması ve özüne saygı gösterilmesi üzerine inşa edilmişti. o günlerde yavaş yavaş içselleştirmeye başladığım bu kavramlar ileride beni “çocukluk” üzerine çok daha derin düşüncelere itecekti.
buna ilavaten, waldorf; doğal yaşam ve döngülerini de, müfredata yön veren bir eksen üzerine kurmuştu. her sene düzenli olarak mevsim geçişlerinde festivaller kutlanıyor, el-işleri ve sanatsal aktiviteler yine mevsimlerden esinlenerek uygulanıyordi. üstelik çocuklar her gün, zamanlarının büyük bir bölümünü, doğada serbest oyun oynayarak geçiriyorlardı.
bu ziyaretimizde, okul çalışanları sadece bize ait bir tür düzenlemişti. waldorf un büyüleyici dünyasına tekrar gireceğim için oldukça heyecanlıydım. fakat tur boyunca zihnimde ciddi soru işaretleri uyandıran bazı yeni durumlar oluştu. daha önce bütün okul ziyaretlerimizde yaptığımız gibi, derslerin işleyişini görebilmek için gözlem talep etmiştik. fakat bu isteğimiz, ana derslere hiç bir veli kabul edilmediği gerekçesiyle kabul edilmedi. halbuki bir çok okulda bu isteğimiz doğal karşılanıp gerekli gözlemleri yapabilmemiz için uygun ortamlar oluşturulmuştu. okulun bu tavrı canımızı oldukça sıkmıştı. gezimiz sırasında, dikkatimi çeken bir başka durum daha vardı; çocuklar sanki aynı kalıptan çıkmış gibi birbirlerine benziyorlardı, ve okulun neredeyse yüzde 99 u beyaz öğrencilerden oluşuyordu. bu öğrencilerin varlıklı ailelerden geldikleri de hemen göze çarpıyordu . bizim için çeşitlilik önemliydi; aradığımız okulda çocuklarımızın kendi kültür, dil, ve dinlerini ifade edebilme özgürlükleri olsun istiyorduk. bu konuyla ilgili sorduğum sorulara aldığım cevaplar maalesef beni tatmin etmemişti.
waldorf felsefesiyle ilgili araştırmalarım eve döndükten sonra da devam etti.; bu felsefeyi hem ateşli bir şekilde eleştirenler, hem de ateşli bir şekilde savunanlar vardı. eleştirenler, waldorf müfredatının dinsel öğeler içerdiğini, ve Steiner in kendi yarattığı antrosopophy dininin bütün derslere ince ince işlendiğini iddia ediyorlardı. waldorf un koyu takipçileri ise, antrosopophy nin bir din olmadığını açıklıyor ve derslerde bu felsefenin etkilerinin asla olmadığını savunuyorlardı.
okuduklarımı içselleştirip kendi kafamda analiz ettikten sonra, müfredatın içinde dini öğelerin olduğunu bende kabullendim. ama bu dinsel öğeler, benim inanç sistemime ters değildi. Steiner insanın sadece fiziki boyutu değil, ruhani boyutu olduğunu da savunuyordu. o yüzden anaokulundan başlayarak, gözle görülmeyen bu ruhani boyutun çocuklara kazandırılması/gösterilmesi gerektiğine inanıyorlardı. ilkokul müfredatının temelini de bu amaca yönelik hazırlanmış hikayeler oluşturuyordu. dini öğelerin en göze çarptığı bölüm ise, üçüncü sınıfta okutulan eski incilden alınan hikayelerdi. zaman içerisinde bu hikayelerin çoğunu inceleme fırsatı bulacak, ve çocukların inanç dünyalarını kökten sarsabileceğiyle ilgili düşüncelerim de tamamen ortadan kaybolacaktı.
fakat o dönemde okuduklarım ve gözlemlerim beni waldorf konusunda ikilemde bırakmıştı. bir taraftan gördüklerimin etkisinden kurtulamıyor, diğer taraftan ise eleştirileri görmezden gelemiyordum. tam da bu ikilemlerin ortasındayken, “waldorf (inspired) homeschoolers” (waldorf’tan esinlenerek evde eğitim yapanlar) adında bir yahoo grubu keşfettim. bu gruba hemen üye oldum ve yavaş yavaş paylaşılanları okumaya başladım. benim en çok ilgilendiğim, waldorf la ilgili yapılan paylaşımlardı. evde eğitimle ilgili okuduğum makaleler de vardı, fakat o ana kadar, aklıma yatan bir alternatif olarak ön plana hiç çıkmamıştı. zaten o dönemlerde, evde eğitim ve okulsuz öğrenme arasındaki farkı da çok net olarak anlamış değildim.
bu grupta paylaşılanları okumaya başladıktan sonra, waldorf pedagojisinin çocukluk yıllarında en güzel evde uygulanabileceğine dair inancım da artmıştı. bu pedagojinin uygulamalarının benim anladığım dört önemli ayağı vardı (ilkokul öncesinde); günlük rutin, serbest oyun, estetik bakışın sanat, müzik ve hareket(dans) ile geliştirilmesi ve çocuğun ruh boyutunun gelişmesi için anlatılan masallar. ilkokul döneminde ise bunlara ilaveten, sabah işlenen 2-3 saatlik ana dersler ekleniyordu. takip ettiğim forumlarda, evde eğitim yapan annelerin deneyimlerini okudukça kendi evimizi ve yaşantımızı da waldorf felsefesine uygun olarak yeniden düzenleyebileceğimize olan inancım arttı. zaten internet üzerinden paylaşılan yüzlerce kaynak vardı, masallar, elisleri, şarkılar, vs. istediğim her şeye forumlar üzerinden ulaşabiliyordum. kısa bir süre öncesinde de televizyonumuzu bağışlamış ve çocuklarımızın estetik bakışını, ve hayal dünyasının gelişmesini zedeleyen oyuncakları evimizden arındırmıştık.
waldorf okulunun birinci sınıfı ve akademik çalışmalar 7 yasında başlıyordu. eğer almila yı bir sene okula göndermezsek, o bir sene içerisinde waldorf pedagojisi üzerine araştırmalarıma devam ederek bu felsefeyi daha iyi öğrenme fırsatı bulabilir, hem de almila ya daha özgür bir oyun ortamı verebilir, onunla duygusal bağımızı güçlendirebilir, doğada ailece daha çok vakit geçirebilirdik. eğer waldorf felsefesinin bize uygun olduğuna karar verirsek, yine bütçemize uygun daha küçük bir kasaba araştırabilir, ve almila da waldorf okuluna sene kaybı olmadan birinci sınıftan başlayabilirdi.
bütün bu düşünceleri içselleştirmem elbette zaman aldı ve bunun üzerine kafa yordukça ev eğitiminin oldukça mümkün olduğunu farketmeye başladım. artık bu noktada daha fazla bilmek ve öğrenmekten ziyade içgüdülerimizi ve kalbimizin sesini de dinlemeye ihtiyacımız vardı. yavrularımız için en iyisine karar verdiğimize inanarak bir çok yanlış yapmış, ve onların dünyalarını, kendi ideallerimiz ekseninde kurmaya çalışmıştık. şimdi geri çekilme zamanı gelmişti. önümüzdeki bir sene boyunca bütün bu hatalarımızı telafi etmek için elimizde bir fırsat vardı. bu noktada yavrularımıza, akademik çalışmaların yapıldığı bir okul değil, onlara özgürce oyun oynayabilecekleri, kaygı duymayacakları, duygularını bastırmayacakları bir ev ortamını vermeye ihtiyacımız vardı.
ben ve bülent o zamana kadar kendimizi işlerimize adamıştık. ben doktora dersleri , araştırma görevliliği ve tez arasında bulduğum vakitlerde çocuklarıma annelik yapmaya çabalıyordum. bülent ise henüz yeni yeni oturtmaya başladığı kendi işini geliştirebilmek için uzun saatler boyunca çalışıyordu. kendimi almila nın okul araştırmalarına adadığım o dönemde, yine okuduğum bir kitap (radical homemakers) ve takip ettiğim bazı bloglar (clean, fimby, soulemama, the parenting passageway , rhythm of the home ) bana bir taraftan ev eğitiminin mümkün olabileceğini; ve diğer taraftan meslek ve kariyer dışında, maddi olanaklar sağlamak ve hayatımızı idame ettirebilmek için alternatif bir yaşamın da tercih edilebileceğini göstermişti.
halbuki bunun bir “tercih” olabileceğini daha önce hiç düşünmemiştim.
belki de ilk defa hayatımızı değiştirebilme gücünün aslında kendi ellerimizde olduğunu, bunu bir başkasının bizim için yapamayacağını da hissetmeye başlamıştım. hayatımızın akışını değiştirmek için ihtiyacımız olan, biraz umut, biraz kararlılıktı ve elbette gayret göstermekti. bu bizim elimizdeydi.
ve nihayet o gün geldi. benden nasıl çıktığını hala anlayamadım bir netlikte, o kelimeler dilimden dökülüverdi:
“bülent, almila yı okula göndermesek nasıl olur?”
okuduklarım ve öğrendiklerim, düşünsel olarak beni belli bir noktaya taşımıştı. lakin daha önce evde eğitim konusu, ne gündemimize girmişti ne de bunun üzerine tartışmıştık. bülent e içimde uzun süredir biriktirdiğim her şeyi bir solukta anlattıktan sonra gözlerinin içine baktım. sanırım o anda gözlerimde tedirginlikten çok yeni bir kıta keşfetmiş gibi büyük bir heyecan vardı, içim umut doluydu. ve bülent de bunu hissetmiş olmalıydı. hiç tereddütsüz, ve sanki o da hep bu ani bekler gibi;
“olur, göndermeyelim” dedi.
nasıl vardığımızı şu anda bile tasvir edemediğim o noktaya varır varmaz sanki üzerimizden büyük bir yük kalktı. aylardır böyle ferah bir an yaşadığımı hatırlamıyordum.
kalbimizden dilimize dökülen iki cümleyle, aslında bütün hayatımız değişmişti, ve biz henüz bunun farkında dahi değildik.
bundan sonra:
okulsuzluk- 8. bölüm : okulsuz ilk iki yıl…
okulsuzluk – 9 bölüm: geriye dönüş yok…
okulsuzluk- 10. bölüm: okulsuz hayat için düzenlemeler ve ev hayatı…
okulsuzluk- 11. bölüm: yasal olarak “evde eğitim”
okulsuzluk- 12. bölüm: ya sonrası?
okulsuzluk- 13. bölüm: doğru bilinen yanlışlar ve sık sorulan sorular
8-9-10-11-12 ve 13. bölümleri okumak için o kadar sabırsızlıkla bekliyorum ki, daha hızlı yazın yayınlayın diye ısrarcı olmamak için kendimi zor tutuyorum. Kalemimize sağlık, elleriniz dert görmesin. Çok önemli bir rehber kaynağa imza atıyorsunuz. Bloğunuzdan öğrendiğim çok şey oluyor, çok teşekkür ederim.
sevgili Zeynep, cok tesekkur ederim. yazarken ben de umut doluyorum. okulsuzluk kismini heyecanla beklediginizin farkindayim, ama hikayenin baslangici da benim icin onemliydi. ayrica simdiye kadar paylastiklarim, diger alternatifleri dusunen arkadaslar icin bir referans veya baslangic noktasi olabilir. cok sevgiler…
Ayrıca 2,5 yaşındaki oğlumuzla, ayak izlerinizi de referans aldığım , okulsuz hayat planlarımıza katkınız için de teşeklürler.
Merhaba,
“çocuklarımızın estetik bakışını, ve hayal dünyasının gelişmesini zedeleyen oyuncakları evimizden arındırmıştık” demişsiniz. Bu kısmı biraz açabilir misiniz? Bu tür oyuncaklar neler? Ve çocukların estetik bakışını ve hayal dünyasını geliştiren oyuncaklar neler? diye bir soru da aklıma geldi.
Yazı dizisini merakla takip ediyorum, başka sorularım da var ama dizinin bitmesini bekliyorum.. Teşekkürler şimdiden..
sevgili Elif, sorularinizin cevaplarini vermeye calisayim. burada ima ettigim; kalitesiz, ikinci gün bozulan, cogunlukla plastik, kırılmış, dökülmüş, ışıklar saçan, garip sesler cıkaran oyuncaklar. aslında çocuklarımızın çok fazla oyuncağa da ihtiyacı yok, özellikle oyalama amacı güdenlere.
okulsuzluğu seçtikten sonra, okula vereceğimiz yıllık masrafın onda birini evimizdeki oyuncakları iyileştirmeye ayırmıştık, bunları da; ahşap bloklar, ahşap insan ve hayvan figürleri, ahşap çiftlik ve bebek evi; ve oyun mutfağı olarak belirlemiştik. zamanla özel günlerde seçtiğimiz hediyeleri de oluşturduğumuz setleri genişletmek için fırsat olarak kullandık. sonra bez bebekler dikmeye başladım, bunlara yün keçeden minik hayvanlar ve oyun mutfağı için yiyecekler eklendi. fırsat buldukça ikinci el eşya dükkanlarından ahşap oyuncaklar topladım ( araba, tabak, çanak, minyatür eşyalar, vs) . bunun yanında hem kostüm, hem de oyunlar için dekor olarak kullanılabilecek ipek bez parçaları edindim, tek renk ve pastel tonlarda ( En son TR de pazarda cok hos fular( ortuler) bulmustum, pamuklu ve ince, tek renk, onlardan da almistim cokca) …
oyuncak alirken biz ucu acik olanlatı tercih ettik/ediyoruz, yani birden fazla oyun kurulabilen, tek bir sonuca ulastirmayan… mesela oyun mutfagi cok fonksiyonlu, cocuk her gun yeni oyunlar kurabiliyor, bir gun lokanta oynuyorlar, ertesi gun market…veya çiftlik evi ve hayvanlar, çocuk her yeni gün kafasında yeni bir sahne canlandırabilir, bir gün hayvanlar ormana gider ertesi gün meraya, oyunlar sınırsız kurulabilir…
evdeki oyuncakları her yastan çocugun, erkek kız farketmeden oynayabilecegı şekilde sectik. mesela en küçük oğlum doğduktan sonra, ikinci el bulduğum 3-4 ahşap arabadan başka, hiç bir oyuncak almadık. o arabalarla da en çok ortanca kızım oynuyor :)
mümkünse doğada bulabileceğimiz, kozalaklar, taşlar, deniz kabukları, meşe palamutları, minik dallari da dogaya saygili bir sekilde az miktarda toplayip evimize getirebiliriz.
plastik ve ticari oyuncaklari, uretimleri etik olmadigi icin de tercih etmiyoruz. bu da bizim icin bir kriter, ama cocuklarimizin hic plastik oyuncagi yok diyemem. bu yuzden cok begenilen ve israr edilen ( diger cocuklardan gorulup) ve yine ucu acik plastik oyuncaklari ikinci el aliyoruz. mesela bir ara evde calico critters tartismasi vardi. bu oyuncaklari gereksiz gorduk, alamayacagimizi da defalarca acikladik (yine etik sebeplerden) ama 6 ay suren israrlardan sonra bulent orta yolunu buldu, ebay de ikinci el olarak bulmus almis, kimseyi uzmeden sorunu halletmis olduk.
çocuklarımızın doğaya ulaşımı varsa oyuncağa da pek gerek yok aslında. geçen sene bir ay süren uzun bir araba seyahati yapmıştık. yanımıza hic oyuncak almadik. cocuklar çalı cırpılardan, taşlardan öyle guzel oyunlar kurdular ki inanın cok şaşırdık, fotoğraflar bulursam ileride paylaşırım.
en son olarak butun bu anlattıklarımı cok daha detaylı olarak ” daha sade bir hayat ( kim john payne) ” kitabından okuyabilirsiniz. sadece oyuncaklara ayrılmış bir bölüm var içinde… çok kolay gelsin.
Sevgi Hüsra abla,
Diyeceğim size çünkü okadar rehbersiniz ve büyük kazanımsınız ki benim için bir abla bir emek verensiniz duygu ve annelik dünyama yazılarınızla?? yazdığınız her kelimeyi okuyorum…Bizim hikayehep tesadüflerle dediğiniz gibi hep bağlantılarla bu noktaya geldi; biz cocuklar doğal ortamda büyüsün, buyuk sehirlerde kucuk alanlara sıkışmasın dedk gerci istanbuldan canakkaleye tasınmıstık ama ordanda özgürce oynasın diye dogup buyuduğum koyde bulgaristanda kırsal bir yerde tavuk yetiştiriciliği fırsatını degerlendirdik. Eşimle ikimizde mesleğinizi yapmıyoruz üniversite mezunuyut ama bir arada cocuklarla doğal bir hayat tercih ettik taa ki okul tercihi aklımızı karıstırmaya baslayana kadar.. Bu zamana kadar cokta memnunduk kararımızdan cocuklar özgur ve oyun dolu serbest alanda; burda okullarda sistem otoriter eski kominizm etkileriyle ve oldugumuz bolge sadece devlet okulları ve alternatif hic yok. Bu noktada bende montessori ve waldorfu arastırdığım bir donemde instagramda sizinle tesaduf ettim bin sukur??
Bize en yakın ve tek montessori baska sehirde ve waldorf yetkilileriyle de gorustum almanyadan bu bolge sorumlusuda turkmus ve buluşmak üzere agustosta sözlestik daha netlesecek sanki hersey. Okulsuz eğitimde cevrede, hayatınızdaki insanlarda onemli değil mi husra abla burda bunu yapmamız eğitime cok onem vermeyen bir bolgede ve dil olsun Kaba agırlıklı yasanan bir yerde zorlanacağımızı dusunuyoruz sadece bizimle istediğimiz noktaya gelebilirler mi kulturel olarak olumlu katkı olacak cevrede onemli mi siz ne düşünürsünüz.. En son ulke bile değiştirmeyi dusundum dedim en mutlu olan toplum danimarkaymış oraya mı yerlessem sonucta hayattaki amac cocuklara mutlu olmayı kendilerini bulmayı dinlemeye rehber olmak değil mi;) cok uzattım konu cocuklar ve gelecek olunca affına sığınıyorum, hakkımızda hayırlısı neyse olsun …cok guzel gunler sizlerin olsun selamlar sevgiler??
sevgili Emine, aslinda bizim de hayalimizde kirsal var. elbette yerlesecegimiz kirsalin sehirlere yakinligi eger okulsuz egitim yapiyorsak onem tasiyor. ben çocuklar büyürken doğaya yakın olmanın elzem olduğuna inanıyorum. hatta kendini bulmak demişssiniz, çocuğun kendiyle baş başa kalabilecek vakti olmalı ki içindekini keşfetsin, kendini bulsun. oradan oraya koşturan çocuklar için bu çok zor ( imkansız değil elbette)…
açıkcası kırsalda yaşamanın, çocuklar ilk ve ortaokul dönemindeyken bir problem olmayacağını hissediyorum. elbette burada anne babanın tutumu da çok önemli. bunu siz sorun olarak görürseniz, bu mutlaka sorun olacaktır.
mesela işinizi güvendiğiniz birine emanet edebiliyorsanız yıl içinde 2-3 defa kültürel geziler ve sehir turları düzenleyebilirsiniz. şehirden ne kadar uzaksınız bilmiyorum ama yazın yine çocuklar kısa süreli kamplara katılabilir. okulsuzluk, eğer anne babanın işi esnekse çok büyük bir özgürlük, ben bu özgürlüğü iyi bir şehirde, kaliteli bir okulla değişmem.
diğer taraftan; elbette kırsalı deneyim etmedim, o yüzden ne yazarsam yazayım sanki biraz havada kalıyor. iç güdülerinize güvenin derim nacizane. inşallah sizler için de en hayırlısı olur. çok sevgiler…
??öncelikle çok teşekkür ederim, karar verme aşamasında bu süreç nasıl gelişecek bende merak ediyorum. Büyük çocuğum 5 yaşında, şuan çok aralıklı olarak anaokuluna gidiyor tabii ki çiftlikte istediği gibi özgür olduğu için ona okul arkadaslarıyla zaman geçirmek hariç anlmsız geliyor hiçte okula gitmek fikrinden mutlu olmadı cok ozgur ve sorgulayanbir yapıya sahip. Ama burdaki ana dile bizde çok hakim olmadığımızdan burdaki yabancılarında tercih ettiği ve istemiyorsa hiç birsey için zorlamıyoruz dediği bize en yakın hissettiğimiz Devlet anaokula gidiyor. Burda krese cok erken başlıyorlar ve krese onem veriyorlar koy dediğimiz yerlerde bile illaki buyuk donumlere kurulu kresler mevcut. ve eğer cocuk evdeyse cok şaşırıyorlar;) bizimki okul yerine çirftlikte hayvanlarla işlere yardım ettiği için gozu baska birseyn gormuyor, sizin tecrubelerinizin ısıgında, bizim sartlarımızda gelecek 1 yıl içinde sekillenecek gibi..kasaba ufak kendi halinde olan bir kucuk yerleşke bize 15km uzaklıkta deli orman denen bir bolgedeyiz ama en yakın buyuk sehir 120km..bu sürecten bizi en cok dusunduren sehirlerden gel cocukların burdaki ozgur alandaki mutluluğu ve bazen nasıl davranacagını bilememesi sonrada biz büyüklerin dinginliği yakalayınca oyle bir karmasaya girmesi okadar eziyet ki arada istanbula gidiyoruz 550km;) , uzaklıkta buraya nasıl harap olmus geliyoruz dediğiniz gibi bu yasamıda hic bir yerde ne biz ne cocuklar bulabilir,.turkiyeye yakın oldugumuz için esimin memleketine canakkale ve civarına her fırsatta gezi yapıyoruz ozamanda anadili tecrube edince cocuklar ordaki ortam bazen arkadaslar adına onlara cazip geliyor.suan bir metod bir egitim olarak hic ekstra birsey yapmadım sadece birlikte zaman oyun bisiklet dag park bahce;) oluruna bıraktım, İşi istediğimiz zaman uzun süreli bile bırakabileceğimiz bir noktaya geliyoruz yavas yavas cok sukur bu buyuk bir avantaj dediğiniz gibi..instagramda emilyas_ olarakta hep sizi takipteyim burdanda danısmak ve tecrubelerinizden yararlanmak buyuk sans…tesekkur ederim ??hep iletişimde olmak arzumla? Bir gün tanısmak dileğimle
emilyas… evet hatirladim sizi. instagramin trafigi cok yogun, oradan ne ozel ne de fotograflarin altindaki sorulara yetisebiliyorum. buradan yazmaniza sevindim. 5 yas okulu dusunmek icin inanin henuz cok erken, yavrunuzun en cok ozgurce kosmaya ihtiyaci var. bu konuda ( okul) hic endiselenmeyin. bin bir cabayla kurdugunuz duzeninizi bozmayin, nacizane. bundan sonra paylasacaklarimin eminim faydasi olacak size. bu hafta yazilari aksattim, olaylar… ustune yaz nezlesi girince… pzt den itibaren devam edecegim, sorulariniz oldukca yine deneyimlerimizi paylasiriz. cok sevgiler.
Merhaba
Yazınızda sağlıklı beslenme ile ilgili belgeseller izlediğinizden bahsetmiştiniz. O belgeseller hangileri, en çok etkilendiklerinizi tavsiye edebilir misiniz? Çok sevgiler…
sevgili Asena, aslinda isimlerini cok iyi hatirlamiyorum. Sadece Food, Inc i kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim. Food Matters, Farmeggedon, Supersize Me, Fat, Sick & Nearly Dead ilk aklima gelenler. o donemde cok izledik hatta simdi belgesel listelerine baktim ama isimler birbirine o kadar benziyor ki hangisini izlemistim hangilerini izlemedim inanin hatirlayamiyorum. aklima geldikce yine yazarim. cok sevgiler.