Category Archives: Aile

lodoslu pazar

lodoslu pazar

bu sabah lodosla uyandık. lodos hep aynı lodos… çoçukluğumdaki gibi… gece boyu defalarca uyandırıp galiba bu sefer uçuyoruz dedirten… fakat, buna rağmen, hiç ürkütmeyen… belki beraberinde getirdiği mis kokan ılık hava, belki üzerinden sildiği sisler ve puslarla aydınlanan şehir, belki rüzgarla seyahat eden bulutlar, belki de son dansını orkestra ettirdiği sonbahar…belki dağılan saçlarım, belki uçuşan eteklerim… belki bütün şiddetine rağmen dimdik ayakta durabilmem…ya da belki hepsi…korkumu alıp dağıtan… lodosu çoçukluk anılarıma kazıyan…

bir yandan kendini hiç esirgemeden parlayan güneş, berrak bir gökyüzü, kış ortasında bulunması zor, sıcacık bir hava…diğer yandan tozu dumana katan, her esişinde ağaçları biraz daha yalnızlaştıran lodos…

çoçuklara; bugünü dışarıda geçiremeyiz, lodos çok şiddetli, başka bir alternatif bulmak zorundayız, diyorum. açıkçası iki gün önce hafif bir üşütme ve direncimin düşmesiyle vücudumu talan eden virusun hala varlığını hissettirmesi de kararımızda etkili oluyor.

ne yapalım, nasıl yapalım derken aklımıza müzeler geliyor. merinos parkina yeni açılmış tekstil, göç ve enerji müzelerini gezelim diyoruz. kalabalık olur endişesiyle pek istekli olmasak da müzeler gezi planımızda uzun süredir beklediği için, hafta sonunu kapalı bir alanda geçirebileceğimiz en mantıklı seçenek olduğunu düşünerek  toparlanıp yola çıkıyoruz. müzenin girişine geldiğimizde küçüçük bir alana sıkıştırılmış müzecikler bulacağımızı düşünürken karşımıza oldukça geniş bir alan içinde planlanmış, dünya standartlarında bir müze binası çıkıyor. üstelik girişin ücretsiz olduğunu duyunca oldukça şaşırıyoruz. tekstil müzesi, merinos fabrikasının cumhuriyet tarihindeki yerini ve akabinde yünün ipliğe ve kumaşa dönüşünün hikayesini adım adım aşamalarıyla anlatıyor. tarihin içinde yürümek her ne kadar bana ve Bülent e keyif verse de, interaktif gösterimlerin az olması ve devasa büyüklükteki makinaların işlevlerinin anlatımındaki yetersizlikler ve görsellerin eksikliği çoçukların şevkini çabuk kırıyor. önce kısa tanıtımları kendimiz okuyarak çoçuklara anlatmaya çabalasak da bir müddet sonra yetersiz kalıp sadece müzede gezinmekle yetiniyoruz. binanın ikinci katı ise ipek kozasından ipek üretimine ayrılmış. fakat bu sefer de, belki de üç çoçukla gezdiğimiz için, belki de görevi o olduğu için, peşimizde her gittiğimiz yere eşlik edip bizi izleyen görevli müdahale edip kozanın dönüşümünü anlatan bölümün içine giremeyeceğimizi, dışarıdan yürümemiz gerektiğini söylüyor. fakat gösterdikleri bölümden yürüyerek uzaktan izlemekle yetindiğimiz bir kaç aletin ne işe yaradığını anlamakta güçlük çekiyoruz. durum bu olunca kozadan ipek üretimini öğrenmek de hayal oluyor. biraz canımız sıkılıyor. bu kadar emek verilerek ve özenle hazırlanmış bir müze, yaratıcı projeler ve basit eklemelerle her yaştan ziyaretçinin ilgisini çekip keyifle öğrenebilme fırsatını vermekte yetersiz kalıyor. müzeden ayrilirken pazar günü öğle saatlerinde müzenin bizden başka ziyaretçisi olmadığını farkediyoruz. bunu da tanıtım eksikliğine atfetmekle yetiniyoruz.

binanın en üst katı göç müzesine ayrılmış. bursa şehrine milattan önce yerleşmiş farklı topluluklardan başlayarak günümüze kadar uzanan göç hikayelerini anlatıyor. göç müzesi, dioramalar ve çeşitli artifact lerin sunumlarındaki zenginlikle hemen ilgimizi çekiyor. dedeleri muhacir olan bir anne babanın evladı olarak göç ruhunu içimde hissediyorum, okudukça öğreniyor, öğrendikçe hüzünleniyorum. balkan harbi sırasında bin bir zorlukla mücadele ederek yurtlarını geride bırakıp, evlerini sırtında taşıyan ninelerim, dedelerim gözümün önünde canlanıyor. dergi küpürlerinde göç eden insanların yüz ifadelerine uzun uzun bakıyorum. yüreklerindeki acı, ve çaresizlik, eskimiş siyah beyaz fotoğraflarda bile hemen kendini belli ediyor. ben hikayelerin içinde kaybolurken, bennu da uzun uzun dioramaları seyrediyor. çok daha uzun vakit geçirebileceğimizi düşündüğümüz bu müzeden bera yı düşünerek erken ayrıliyoruz. fakat enerji müzesini de gezebileceğimiz ikinci bir ziyareti hemen planlarımıza ekliyoruz.

dışarı çıkıyoruz. lodos sakinlemiş. iyice uykusu gelen bera koşarak kucağıma atlıyor. almila arabanın içinde kitabıni okumaya dalmış. bera nın uykusunu daha fazla kaçırmayalım diye düşünüp arabaya yerleşmeye çalışırken, bennu merinos korusunun içinde diz boyu toplanmış yaprak denizini farkediyor. bizi bırakıp yaprakların içinde koşmaya başlıyor. ardından bülent… onların coşkusunu görünce bera yı kucağıma alıp korunun yanındaki banka usulca oturup onları izlemeye başlıyorum.  nihayet sütüne kavuşan bera nın da keyfi yerine geliyor, uykuyu unutup o da kendini yaprak denizinin ortasına bırakıveriyor. ardından arabadan koşarak gelen almila da kurumuş yaprakların içine kendini bırakınca takım tamamlanıyor. çoçukların gülücükleri ve mutluluğa bezenmiş bu an hiç bitmesin istiyorum…bitmiyor. çoçuklar uzun uzun oynuyor.

sonra arabaya doluşup evin yolunu tutuyoruz. lodosun alıp götürdüğü sislerin kaybolmasıyla iyice berraklaşan şehir yine kalbimi çalıyor. gözüm yanı başımızdaymış gibi hissettiğim dağın heybetli duruşuna takılıyor. bursa ovasına doğru yemyeşil uzanmış…görmek istemediklerimi görmüyor gönül gözüm…memleketimi doya doya içime çekiyorum.

lodoslu bir pazar boyle geciyor.

ardında bıraktığı duruluğun suküneti ile

hayatlarımıza dokunup gidiyor.

 

 

bir sonbahar günü.

bir sonbahar günü.

o gün doğum günümmüş. üstümüzü berrak, bulutsuz, uçsuz bucaksız bir gökyüzü örtmüş. güneş usul usul parlamış. serin bir esintiye rağmen doğa ısınmış, sımsıcacık olmuş. yapraklar renkten renge boyanmış. rüzgarın dokunuşlarıyla dallarına daha fazla tutanamayan yaprakların yere düşüş çığlıkları sokakları sarmış. ağaçlar, bir yanı çıplak, diğer yanı renklerle bezenmiş dallarıyla bütün varlığını aşikar etmiş. yer, gök, ve arada biz…her an sonbahar olmuş.

en çok da ben.

bu dünyaya misafir oluşumun bilmem kaçıncı senesiymiş. aslında tek bir nefesi senelere bölmek, onu kategorize etmek pek anlamsızmış. yaşam bir dönüşümmüş, ve içimde var olan bilge kadının peşinden koşmakmış. o bilge kadın ne yaşta, ne baştaymış. hem çok yakınımda, hem çok uzakmış. ulaşmak hem çok kolay, hem çok zormuş.

o gün ona en yakın hissettiğim yere gidelim demişim. içten gelen bir ses neresi olduğunu kulağıma fısıldamış. içimde önce hiç olan, sonra yeşeren, sonra büyüyen ve sonra sonbahara dönüp sararan bozkırlara kavuşmak istemişim; o derin sessizliğe, o uçsuz bucaksızlığa , o kendin olmaya…

o gün, sonbaharda, bozkırlara kavuşur gibi olduğum gün, benim doğum günümmüş.

HOŞGELDİNİZ

Toprak ve doğayla bütünleşmek, evde üretmek, çocuklarımızla okulsuzluğu öğrenmek ve yavaşlamak için çabalayan altı kişilik bir aileyiz. Ziyaret ettiğiniz için teşekkürler.