Category Archives: Aile

çift rakamlar

çift rakamlar

bugün senin çift rakamlara girişini kutladık. günler öncesinden başlayan minik planlar, ince detaylar, tatlı hayaller nihayet bizi o ana taşıyarak senin gözlerindeki mutluluk kıvılcımlarına dönüşüverdi… sanki o gün biraz daha büyük geldin gözüme…bazen kaybettiğimiz bir eşya hep gözümüzün önündedir, fakat bir türlü göremeyiz, sonra birdenbire farkedip şaşırırız, hep burdaymış deriz…senin büyümende mi öyleydi?… son bir senedir- belki daha da uzun?- yatağının başucuna koyduğun saatin her sabah 5 te çalıp seni uyandırması…yaz başından beri kahvaltını ve atıştırmalığını hazırlayıp, çantana yerleştirip bize el sallayarak bisikletinle tek başına yollara koyulman… kıyafetlerimizi paylaşmaya başlamamız…hatta sana sürpriz olması için doğum gününde diktiğim elbiseyi önce kendi üzerimde prova etmem… balkonda öylesine bir günde kamerayla fotoğraf çekerken, “anne aklıma bir şiir geldi, kaydeder misin diye sorman, ve sonra yüzünü gökyüzüne ve toprağa çevirip ağzından birdenbire dökülen kelimelerin ve cümlelerin  içinde kaybolman…ve son filmine ilham kaynağı olabilmesi için en naif halinle içtenlikle yazdığın mektubu miyazaki’ye gönderme cesaretin…bütün bunlar ve daha niceleri gözümün önünde her gün yaşanırken, senin büyüdüğünü kabullenmeyi duygularımda hep ertelemek.. biraz daha, biraz daha… ama işte karşımdasın: kocaman sevgi dolu yüreğin, muzipliğin, içi her daim parlayan gözlerin, kimseleri dinlemeyen özgür ruhun, deli cesaretin, kararlılığın, toprağa, doğaya ve hayvanlara olan tükenmez sevginle… yeryüzünde göremediğimiz mistik yaratıklara olan derin inancın, kitap tutkun, çekmecelerini doldurduğun küçük el yapımı defterlerin, müziklerini uydurduğun peri şarkıların ve aklıma gelemeyen daha nicelerinle..

güzel kızım… ahh güzel kızım… daha dün minicik ayaklarınla buzdolabının üzerine çıkıp bizi seyreden sen değil miydin?…henüz bir yaşında dizine kadar alçıya alınmış bacağınla evin en yüksek dolaplarının içine tırmanan yine sendin, hatırlıyor musun? sonra,  sanırım onsekiz aylıktın. çıplak ayaklarınla balkon kapısını açıp tek başına parka gitmeye karar verdiğin gün…yüreğime inecekti derler ya…benim inmişti… ya iki yaşına bir ay kala acilde yüzüne dikiş attırdığımız gün? sen yeterki acını unut, ağlama diye hayatımın en büyük şaklabanlığını yapmıştım…Allahtan doktor sabırlı çıkıp bu deli kadını alın başımdan diye bağırmaya başlamamıştı…ya beş yaşında şakire teyzeme söz verdim diyerek kapıyı habersiz çekip, bilmem kaç sokak ilerleyip, caddeler geçip ben geldim diyerek kapılarını çalman, ve bizim evde bundan habersiz sokak sokak seni aradığımız gün…sonra bütün tatil boyunca gözünü bir tarafı uçurum olan kayalıklara dikip, biz tırmanmana izin vermeyince, her tehlikeyi göze alarak tırmandığın kayalıkların üzerinde şarkılar söyleyip gezinirken seni bulmamız… yüreğimiz hep ağzımızda…ve sonra bir gün evin camları değiştirilirken botlarını camları çıkarılmış pencerenin önüne koyup giymeye başlaman ve biz neredeyse küçük dilimizi yutacak bir şaşkınlıkla “ne yapıyorsun almila?” diye sorduğumuzda büyük bir ciddiyetle bize dönüp “camdan aşağıya atlayacağım” diye cevap vermen … peki geçen sene komşunun bahçesindeki neredeyse bir apartman yüksekliğindeki çam ağacının en ust dallarında seni bulmamiza ne demeli…

ahh deli kız, ahh cesur ve özgür ruh… bu seneye kadar hangimiz bilirdik bu çılgın ruhun sahibinin yeryüzündeki güzellikleri başka bir dille de ifade edebildiğini… bilirdik belki ama hayal eder miydik?

bir gün masanın üzerini toplarken o kart geçti elime, bu ne kızım diye sordum. şiir dedin. nereden buldun peki? pazardaki şair kadın benim için kağıda yazdı… nasıl yani?.. yani benim için şiiri kağıda yazdı… anlamadım kızım, yani sana yazdığı şiiri hediye mi etti?… hayır, öyle olmadı, şiiri ben söyledim, o da benim için kağıda yazdı… nasıl yani bu şiiri sen mi yazdın? evet. ( evet?!!!)… bülent , almila bu şiiri pazardaki kadına ben yazdırdım diyor??? birbirimize kaş göz işareti yaparken ortada tuhaf bir durumun, hatta yanlış anlamanın olduğunu farkedip gülümsüyoruz. kartı kaldırıyorum. bir iki gün sonra kart tekrar elime geçiyor. şiiri tekrar tekrar okuyorum. kalbim, aklı her daim yaramazlıkta olan bu deli dolu kızın yüreğinden bu kelimelerin nasıl döküldüğüne anlam veremiyor…sonra ona dönüyorum… almila yazdığın şiiri bana söyler misin diye soruyorum. bu sefer kelimeler tek tek ağzından dökülmeye başlıyor, mükemmel bir akıcılıkla ve yüreğinin taa derinlerinden. gözlerimden yaşlar boşalıyor. şüpheye düştüğüm için kendimden utanıyorum. ikimiz de utanıyoruz.

ve nihayet sen on yaşına, son bir senede yazdiğın altmışa yakın şiirin yürek olgunluğuyla girerken, ben artık büyüdüğünü inkar etmek istemiyorum, etmiyorum da. bana her gün an’ı yaşamayı, olanı olduğu gibi kabul etmeyi ve yargılamamayı öğretiyorsun. kendimi bazen farkında olarak, bazen de farkında olmadan seni değiştirmeye, kalıplara uydurmaya çalışırken buluyorum…ve sen hep, ama hep direniyorsun…iyi ki direniyorsun kızım. “hep diren”, olur mu?

biz sadece ve sadece sen direnebildiğin için, hayata senin gözlüklerinden bakınca onun nasıl da coşkulu ve heyecanlı bir yolculuk olduğunu görebiliyoruz.

sen belki de bundan sonra hiç şiir yazmayacaksın, veya belki yüzlerce yazmaya devam edeceksin… belki sokaktaki en cesur çocuk olmayacaksın, veya en cesaret gerektiren deli sporları yapacaksın….

ne farkeder?

sen seni keşfediyorsun… biz ise seni…

sen iyi ki büyüyorsun…

ve biz seninle öğreniyoruz…

hayatı, yeryüzünü ve ruhunun derinliklerini…

 

bayram

bayram

ne kadar genç veya yaşlı olursak olursak olalım çoçukluğumuzda  hatirladigimiz bayramların yeri hep çok özeldir. benim için de öyle…her bayram yaklaştığında çoçukluğuma dönmek isterim… her bayram evimizin her bir köşesine yayılan bayram kokuları arasında, yatağımın başında bekleyen elbisemi üzerime geçirip soluğu baklava tepsisinin başında alırım…ve her bayram, gözlerimde bir buğu  baklava aşıran o minik kızı içimde severim, okşarım…

canım annem gençlik yıllarında bir sülaleyi doyuracak büyüklükteki tepsilere ev baklavası yapardı.  baklavamızın odun ateşinde pişirilmesi için günler öncesinden yakınımızdaki pastanede sıraya girerdik. baklava bayram öncesinde hazır olduğu ve şerbeti son geceye kadar dökülmediği için gizli gizli kizarmış kabuklarını aşırırdım. bayram sabahı ise beni arayan baklava tepsisinin başında bulurdu.  tepsinin yarısını tek başıma bitirmişliğimde vardır. sanki uzun yıllar geçti üzerinden, önce baklava tepsileri küçüldü, sonra hazır baklavalar çıktı, hatta sonra bayramların tadı tuzu da kaçtı. anneciğim de 2-3 sene önce kol ağrıları yüzünden baklava yapamaz oldu. bir taraftan ev baklavasının tadı damağımda, onu kokusuyla da olsa bastırmam gerek, diğer taraftan çoçuklarımız gurbette bayram için heyecanlansınlar istiyorum… bu gelenegin bir ucundan mutlaka tutabilmeliyim diyorum. mis kokular evi sarmalı, hediyeler paketlenmeli, elbiseler başucunda beklemeli, bayram harçlıkları zarflara konmalı, ve ev baklavası pişirilmeli… neden olmasın? olmalı, olabilmeli diyerek sabahın ilk ışıklarıyla işe koyuluyorum… çoçuklar bugün sana emanet… zihnim ardı ardına hazırlık planları yapıp sıraya koyadursun ben çalışmaya başlıyorum…cevizleri ince ince çekiyorum, tıpkı annemin yaptığı gibi… büyük teyzelerimden anneme ve teyzemlere, ve onlardan bizlere geçen bol yumurtalı ve sütlü baklava tarifimi ortaya çıkarıp hamuru yoğurmaya başlıyorum… fakat bu sefer tarifi bir cesaretle değiştirip beyaz unu içinden çıkarıp derin kabın içine kavulca ununu dolduruyorum… bir taraftan da korkuyorum… derinlerden gelen bir ses hamur asla açılmayacak diyor…ssshhh diyerek susturuyorum…minik minik yumrular yapıyorum…bera yanıbaşımda avuçlarını açıp kapatıyor… süt istiyor…hem bera yı emzirip hem hamurları ceviz büyüklüğüne getirme aşamasından alnımın akıyla çıkıyorum… tam her şey hazır, hamurları açmaya başlıyorum ki… nişasta… nişastam nerede, nişasta yok, nişastasız açılmazzz… lakin açılmıyor… sevdigimin gözlerinin içine bakıyorum…o nişasta peşinde koşturadursun, ve mis kokulu hamurum kenarda akibetini  beklesin,  ben bir solukta dikiş masama geçip kitaplarımı karıştırmaya başlıyorum… elbise de diksem yetişir mi acaba?  yetişmez… yetişir…olmazzz… olurrrr… off bir sus Allah aşkına…yetişir dedim ya… yine kumaşlar seçiliyor, kararlar veriliyor… mutlu oluyorum, çoçukların gözlerindeki parıltının hayali bile yetiyor… ben sayfaların arasında kaybolmuşken nişasta geliyor, neredeyse bir saat bekleyen hamur mucizevi bir şekilde açılmaya başlıyor… eee az önce inat ediyordun?… baklava tarifinin kenarına not düşüyorum: mısır nişastasını unutma, hamuru bir saat beklet…

sevgili ananem zamanında baklava için 60-70 yufkayı tek tek acarmis, anneciğim 40-50 açardı, ben henüz 30 un üzerine çıkamadım, hem de minicik tepsiye… ne cok emek!!! benim kizlarimda 15-20 tane acabilirlerse sevinmeli miyim? ya da onlar da benim gibi bayramda baklava açarlar mı? …baklavanın bitmesi, kesilmesi, tereyağının süzülüp hazırlanması, ve pişirilmesi derken zaman akıyor, akmaya devam ediyor… aklım daha dün temizleyip sildiğim evin savaştan çıkmış haline mi, daha patronları bile kesilmemiş elbiselere mi, yoksa henüz ne olacakları belirsiz hediyelere mi takılsın… lakin hiç birine takılamıyor… yorgunluktan bitap düşmüş baba gözümün içine bakıyor… bera yı kucaklıyorum… akşam ola hayır ola…  gün içinde kaçamaklar yapıp masama kaçıyorum, ufak ufak çalışıyorum… bu arada bera yı öğle uykusu için pış pışlarken baklavam “katmerli” kızarıyor…koşturmacalar içinde akşam oluyor…çoçuklar nihayet uyuyor… benim de gözlerim kapanıyor…uyudum uyuyacağım derken hızlıca toparlıyorum kendimi… olduğu kadar, ne çıkarsa ortaya, hepsine varım diyorum…kızların son bir senedir yazdıkları mektupları ve biriktirdikleri kartları organize etmek için minik birer çanta dikiyorum… içine çok seveceklerini düşündüğüm kartpostalları  dolduruyorum…paketleri hazırlayıp masanın üzerine bırakıyorum… elbiseler biçiliyor ama yetişmiyor…baklavanın şerbetini döküyorum… saat gecenin yarısını çoktan geçmiş… ev hala savaş alanı…olduğu kadar diyorum… uykuya gidiyorum…

sabah kendimize gelir gelmez evi toparlayıp kahvaltı masasını hazırlıyoruz…bir yandan barış manço çalıyor… bugün bayram… evet bugün bayram…birbirimize sarılıp bayramlaşıyoruz…çoçukların gözlerine bakıyorum…bayram parıltılarını ve ışıklarını görüyorum…evin içinde mis kokular… masada açılmayı bekleyen el emeği hediyeler…ve baklava tepsisinin başında, o yaramaz mı yaramaz minik kız çoçuğu.

* karpostal, pul ve adresleri saklamak için diktiğim çantanın linkine şuradan ulaşabilirsiniz.

 

HOŞGELDİNİZ

Toprak ve doğayla bütünleşmek, evde üretmek, çocuklarımızla okulsuzluğu öğrenmek ve yavaşlamak için çabalayan altı kişilik bir aileyiz. Ziyaret ettiğiniz için teşekkürler.