Category Archives: Aile

ilk gün

ilk gün

evimize döndük. bu sefer yolculuk daha bir uzun sürdü sanki. bursadan ayrılış, vedalar, hüzün, feribot, havaalanı, yine vedalar, uzun uzun el sallamalar, yollar, yolculuk, uzun, cok uzun… cok uzak… ve nihayet varış, son durak. evimiz. gözlerimiz yarı kapalı uyumaya ramak kalmış  bir halde eve vardığımızda bavulları bile taşımadan kendimizi uykunun kollarına bırakıvermişiz. sabahın ilk ışıklarıyla uyandığımızda, kuş cıvıltıları ve havanın dingin kokusu bizi bahçeye cağırıyor. sukünet ve huzur. güller açmış, ve komşumun şakayıkları- pembenin her tonu var, ne de güzeller-, bahçe otlarla kaplanmış -olsun temizleriz-,  tavuklarin keyfi yerinde -sabah kahvaltısı için yumurta bile bırakmışlar, çok yaşayın emi-, geçen sene diktiğimiz dut ağacında dutlar var, öyle az da değil, elma ağacı da coşmuş, bu sene belki paylaşacak kadar çıkar, belki… eve giriyorum, aklımda saksı çiçeklerim, çok sükür, solmamışlar…her şey yerli yerinde. evin etrafında biraz daha dolandıktan sonra nihayet rahatlıyoruz. elimizdekilerle basit bir kahvaltı hazırlıyoruz. kızlar çok özlemişler, gözlerinde mutluluğun her tonu var. bera şaşkın şaşkın bakınıyor. hatırlıyor. hatırladıkça gülümsüyor. tırmanmayı da öğrendi ya, onun gözünde ev keşif noktalarıyla dolu yeni bir kimliğe bürünmüş. kahvaltıdan  sonra bera nın hemen uykusu geliyor, ben bir önceki günün yorgunluğuyla zaten ayakta uyuyorum, hiç itiraz etmeden bera yla kucak kucaga yeni rüyalara dalıyoruz, babamız da bize katiliyor. kızlara sesleniyoruz, hadi sizde dinlenin… sanırım duymuyorlar, onlar meşgul. biz rüyalar arasında gidip gelirken kapılar açılıyor, kapanıyor. mutfakta sesler bitmiyor. arada anne sesleri yükseliyor, cevap veriyor muyum, bilmiyorum…uzun uzun uyuyoruz. uyandığımızda sanki gün yeni doğmuş. mutfak masasının ve sephanın üzerinde yeni toplanmış çiçekler gözüme çarpıyor.  etrafı nane kokuları sarmış, az ileride yemek masasında bezin üzerine özenle serilmiş naneler kurumaya bırakılmış. almila gülen gözlerle anne nane çayı yaptım sıcak sıcak içer misin diye soruyor, elbette içmem mi… bu arada bennu nun sabahın ilk ışıklarıyla sorduğu anne çamurla oynayalım mı sorusuna çok yorgunum diye cevap verdiğimi hatırlıyorum. tek başıma oynamak istemiyorum demişti. ben de istersen bir ev yap demiştim. biz uyurken yapmış… merdivenlerin başına minik kumaş bir torba, pelerin, ve oyuncak kılıç bırakılmış. az sonra pencereden almila yi goruyorum, salıncakta sallanıyor, üzerinde pelerin, minik çıkınını yanına asmış, kılıçlarını kuşanmış…simdi zaman daha hızlı akıyor… vakit daha ilerlemeden bülent i bahçeye uğurluyoruz,  otlar diz boyu, almila nin belindeki kılıca sanki onun daha çok ihtiyacı var. bennu yine oyuna dalmış. almila ise iki gündür dilinden düşürmediği mektupları yazmaya başlamış. bende bavullar ve çamaşırlara bir el atayım diyorum. ama bera, bera nerede? arkamı dönüyorum. masanın üzerine tırmanmış hınzır bir gülümsemeyle bana bakıyor. tamam diyorum, atla kucağıma, işler biraz beklesin. beraber bahçeye ot yolmaya iniyoruz.

bennu’nun doğumgünü

bennu’nun doğumgünü

Çoçukların doğumgünleri yaklaştığında kafamda binbir gece masalları türünden hayaller uçuşmaya başlıyor: pastamız, hediyeler, süsler, elbisemizin rengi, kumaşı, modeli vs derken yapılacaklar listesi uzadıkça uzuyor. Sanırım en çok da bu hayal etme kısmını seviyorum. Lakin doğumgünü tarihi yaklaştıkça liste kısalmaya başlıyor. Elbette yaptım, bitirdim, hazır türünden bir kısalma değil, aman Allah im doğumgününe çok az kaldı, listeden üç en önemli konuyu seç ve hemen başla türünden bir kısalma… Öyle de oluyor, mesela yeni bir kek aramanın ve denemenin vakti değil diyorum; iki kalıp sünger kek pişiriyorum , arasına pastaci kremasi ve bol çilek, üzerini de tereyağ kremasıyla sıvadık mı tamamdır. Doğumgünü elbisesi?…  ondan vazgeçemem. zaten annecik gectiğimiz üç ay hastalıklarla boğuşmaktan dikiş makinasının yanına yaklaşamamış, özlem sona ermeli diye düşünüyorum, doğumgünü bahane. Ama elbisenin modeli basit olmalı… Happy Homemade den bir model seçiyorum. Sonra gözüme Nani Iro nun çift gauze den yapılmış renkli puantiyeli bir kumaşı takılıyor. Kumaşı hangi amaçla aldığımı hatırlıyorum, keyfim kaçıyor… sonra babamın  biz küçükken bayramda diktiği elbiseler aklıma geliyor, katlı ve puantiyeli… Ne çok severdim…Bennu nun da benim gibi puantiyeli bir elbisesi olsun istiyorum. Fazla nostaljiye kapılıp anıların içinde kaybolmadan kafamdaki orijinal planı iptal ederek kumaşı raftan çıkarıp masaya koyuyorum.  Çocuklar uyurken bir gece kesiyorum, diger gece dikiyorum, basit bir elbise ama yakasına ipek  bir kurdela geçirdiğimde yüzümde kocaman bir gülümseme beliriyor, bu elbiseyi Bennu sevecek, eminim… peki süsler? … Geçen senelerde diktiğim kumaş ve kağıt süsleri tekrar tekrar kullanmanın keyfine diyecek yok, biraz tamir ve bir kaç yer değiştirmeyle bu iş de kısa sürede sonlanıyor. Ya hediyeler? … O iş zor görünüyor. Aylar once anneye siparişi verilmiş bir bez bebek. Geçen sene diktiğim Papatya nın erkek versiyonu, ismi Ali ymiş. Bavulu bile hazırmış… Papatya onu büyük bir heyecanla bekliyormuş, düğünleri olacakmış. Amma… Nerden baksam elbiseleriyle birlikte minimum 20 saat sürecek. Hemen parmak hesabına başlıyorum, Bera nin uyku saatlerini topluyorum, gece 1-2 saat uykusuz kalmayı da göze alıyorum…ıhh ıhh,  hesap ortada. Kendimi hızlıca toparlıyorum. Almila ya ilk aldığım bez bebeğin  Brezilya da bir kadin kooperatifi tarafindan etik şartlarda ve adil ücretlendirmeyle yapıldığı aklıma geliyor.  Bebeği fazla vakit kaybetmeden ısmarlıyorum. İçime pek sinmiyor, nedense kendimi rahatlamış hissetmiyorum.  Durumu Bennu ya anlatıyorum, yüzü asılıyor, çünkü bebek Papatya ya degil Gül e benziyor. Evin içinde turlar atiyor, düşünceli gorunuyor, bir müddet sonra koşarak geliyor, gözlerinin içindeki ışıltılar geri gelmiş. Bebeğin ismi Adem olsun, Papatya yla değil, Gül’le evlendirelim diyor. Tamam diyorum. Gülümsüyorum ama yine de çok sevinemiyorum, sanki bir şeyler eksik kalıyor, bu kadar çabuk kabullenmeseydi, ısrar etseydi, belki yetiştirirdim diye iç geçiriyorum. Listeye göz atıyorum, Almila nin da gönlü olsun diye ona uzun süredir söz verdigim çanta gözüme çarpıyor… model ve kumaş aklimda, hatta kalıplarını da çok uzun zaman önce hazırlamıştım, bir değil iki tane diksem, olur mu? Olur. Türkiye seyahati öncesi çok da kullanışlı olur, cocukların bavul taşımaları yerine içi geniş bol hazneli cantalarının olması fikri  hoşuma gidiyor. Lakin evdeki hesap çarşıya pek uymuyor, çantalar bitiyor bitmesine de anne her doğumgününde olduğu gibi iki-üç gece uykusuz kalıyor. Galiba her yeni doğumgününde uykusuz kalacağını da biliyor… Uykusuzluk anı geldiğinde de bir şeyler üretebilmenin, çocuklarının gözlerindeki ışığı hayal etmenin, ve belki de gecenin sessizliğinde kendini dinlemenin keyfini çıkarıyor.

Ve “sonra” geliyor…

Bir doğumgünü masalı daha basliyor…

HOŞGELDİNİZ

Toprak ve doğayla bütünleşmek, evde üretmek, çocuklarımızla okulsuzluğu öğrenmek ve yavaşlamak için çabalayan altı kişilik bir aileyiz. Ziyaret ettiğiniz için teşekkürler.