son iki haftadır peşinde geziyorum. almila, doğumgünün için ne istersin?…o ise kitap listeleri hazırlamakla meşgul. ve taş koleksiyonuna katacağı taşların hayalini kurmakla… yine bir fırsat bulunca üstü kapalı soruyorum… yavrum senin için bir şeyler hazırlamak istiyorum…sürpriz olsun, anne! …tamam sürpriz olsun ama küçük bir ipucu versen? pek oralı olmuyor. ben ise özel olsun , benim elimden çıksın istiyorum. nihayet doğumgününe iki-üç gün kala yanıma geliyorsun…ne istediğimi biliyorum diyorsun…sonunda diyerek derin bir nefes alıyorum… ne peki? … bella yı benim için tamir eder misin? bir an şaşırıyorum, tamir etmek? doğumgünün için?… evet, lütfen tamir eder misin? … ama özel bir şeyler hazırlamak istemiştim, senin için… kem küm, kem küm… boşa konuştuğumun farkına varıyorum. o çoktan karar vermiş…
bella almila ya dört yaşında aldığımız bez bebeğin ismi. bebek evimize “bella” ismiyle geldi. ne o ismini değiştirelim dedi, ne de biz, geldiği ismiyle kabul ettik. son beş sene içerisinde çok güzel günleri oldu bella nın …almila yla arkadaş oldular, birlikte uyudular, gezdiler, güldüler, ağladılar, oyunlar oynadılar…günlerden bir gün kolunda küçük bir yırtık oluştuğunu farkettik…onu özenle diktik… ve sonra diktiğimiz yerden yine yırtıldı; yine tamir ettik… bir süre sonra iki kolu da sökülmeye başladı , derken bacakları, gövdesi… biz tamir ettikçe başka yırtıklar oluştu ve öyle bir an geldi ki bella tamir edilemez ve oynanamaz hale geldi. uzun bir süre bella yı yeniden dikebilecek birini aradım. bir kaç kişi buldum da; ama küçük bir parmak hesabı yapınca astarının yüzünden pahalıya geleceğini anlamak zor olmadı. yine günlerden bir gün bella yı elime aldım, evirdim , çevirdim. orasını burasını kurcaladım. tamir ederim düşüncesiyle bütün parçalarını dikkatlice söküp ayırmaya başladım. nihayetinde daha önce bez bebek dikmiştim, tekrar dikerdim. fakat gözüme sökerken kolay gibi görünen iş bella paramparça olduktan sonra pek bir zor göründü. ve sonunda daha geniş bir vakitte tamir etmek için bir poşetin içinde rafa kaldırdım…
o günden bugüne neredeyse bir sene geçmiş…
bella yı raftan alıp sakladığım poşetten çıkardım. yırtılmış parçalarını tek tek inceledim. tamir ettiğimiz kısımlardaki iğne deliklerinin aslında kumaşı nasıl daha dayanaksız hale getirdiği dikkatimi çekti. yine benzer bir sorunla karşılaşmamak için bu sefer daha kalın keten pamuklu bir kumaş seçmeye karar verdim. dikişlerin daha sağlam olması ve oynarken hemen sökülmemesi için polyester ipimi dikiş makinasına geçirdim…ben yavaş yavaş çalışmaya başlarken farkında olmadan ellerim, aklım ve kalbim kendi aralarında sohbete daldılar. kalbim bebeğin eskisinden de güzel olmasını, sahibinin çok mutlu olmasını istiyordu… aklım kalbimin isteklerini yerine getirmek için sürekli yeni kararlar alıyordu, önce kalıpları çıkar, sonra çiz ve kes, parçaları nasıl birleştireceğini iyice düşün … ellerim ise aklımdan geçenleri tutarlı bir kararlılıkla uygulamaya koyuyordu, makas,kalem ve kumaş üçlüsü arasında ahenkle gidip geliyorlardı, hiç acele etmeden…
– çoçukluğumda sık sık ziyaret ettiğimiz, içine sadece kendisinin sığabildiği, minik, derme çatma dükkanı olan bir ayakkabı tamircimiz vardı. bazen, işimiz olmadığı zamanlar, yanındaki tabureye çöküp getirdiğimiz ayakkabıyı tamir etmesini beklerdik. usta hayatımda gördüğüm en hamarat ellere sahipti. göz açıp kapayana kadar ayakkabılarımızın açılan burunlarını kalın bir iple sapasağlam dikmiş olurdu. hatta tamire giren ayakkabılar eskisinden de sağlam olurdu. onarmanın eşya üzerinde böyle bir etkisi vardı. tamire giden eşyalar eğer ustası da işinin ehliyse eskisinden daha sağlam, hatta yeni gibi olurdu. o yüzden biz atmak, yok etmek kavramlarını pek bilmezdik. eşya, ya tamir edilir ya da ihtiyacı olan başka birine verilirdi.-
..,gecenin karanlığında, loş ışıklar ve gölgeler arasında bir taraftan bebeğin bütün parçalarını yeniden, ve elimden geldiği kadar sağlam dikmeye çalışırken diğer taraftan da biten parçaları yünle doldurmaya başlamıştım. düşündüğüm tek şey, bebeğin eskisinden daha sağlam olmasıydı. bütün aşamalarda yanımda oturan bennu her yeni parça bitip masanın üzerinde yerini aldıkça heyecanla ellerini çırpıyordu… az kaldı anne, az kaldı…
aradan kaç saat geçtiğini bilmiyorum. bennu çoktan uyumuştu, bella nihayet bir araya gelmiş, sevimli bir ifade ile yüzüme bakıyordu. gözlerim yorgunluktan kapanmak üzere etrafı toparlarken içimi tarif edilmesi mümkün olmayan bir sevinç kapladı…bozulanı atmamak, onarmak, dönüştürmek, hatta içine sevgimi katmak… ve bunları yaparken de an’ ın içinde kaybolmak…kızım farkında olmadan bana en güzel “doğum” hediyesini vermişti.
P.S. tesadüf müdür bilmem… bella yı onarmadan bir kaç ay önce tamir etmek üzerine hazırlanmiş kısa metrajlı bir film serisi keşfetmiş, çok sevmiş ve bölümleri ailece her akşam izlemiştik. uzun süredir bu kadar keyif alarak izlediğim başka bir program olmamıştı. aylar sonra bella yı onarıp bu yazıyı kaleme aldığım gün bennu yanıma gelip bölümleri tekrar izleyebilir miyiz diye sordu… düşündüm…bu kadar tesadüf olamaz dedim… hayatta hiç bir şey tesadüf olamaz…
*kısa filmleri şuradan izleyebilirsiniz ( bölümler Japonca (?), ama dili bilmenize gerek yok, lakin biz de bilmiyoruz, her ne kadar sessiz olmasa da oyleymis gibi düşünüp izlemek de oldukça keyifli…)