Category Archives: Evde Uretmek

bayram

bayram

ne kadar genç veya yaşlı olursak olursak olalım çoçukluğumuzda  hatirladigimiz bayramların yeri hep çok özeldir. benim için de öyle…her bayram yaklaştığında çoçukluğuma dönmek isterim… her bayram evimizin her bir köşesine yayılan bayram kokuları arasında, yatağımın başında bekleyen elbisemi üzerime geçirip soluğu baklava tepsisinin başında alırım…ve her bayram, gözlerimde bir buğu  baklava aşıran o minik kızı içimde severim, okşarım…

canım annem gençlik yıllarında bir sülaleyi doyuracak büyüklükteki tepsilere ev baklavası yapardı.  baklavamızın odun ateşinde pişirilmesi için günler öncesinden yakınımızdaki pastanede sıraya girerdik. baklava bayram öncesinde hazır olduğu ve şerbeti son geceye kadar dökülmediği için gizli gizli kizarmış kabuklarını aşırırdım. bayram sabahı ise beni arayan baklava tepsisinin başında bulurdu.  tepsinin yarısını tek başıma bitirmişliğimde vardır. sanki uzun yıllar geçti üzerinden, önce baklava tepsileri küçüldü, sonra hazır baklavalar çıktı, hatta sonra bayramların tadı tuzu da kaçtı. anneciğim de 2-3 sene önce kol ağrıları yüzünden baklava yapamaz oldu. bir taraftan ev baklavasının tadı damağımda, onu kokusuyla da olsa bastırmam gerek, diğer taraftan çoçuklarımız gurbette bayram için heyecanlansınlar istiyorum… bu gelenegin bir ucundan mutlaka tutabilmeliyim diyorum. mis kokular evi sarmalı, hediyeler paketlenmeli, elbiseler başucunda beklemeli, bayram harçlıkları zarflara konmalı, ve ev baklavası pişirilmeli… neden olmasın? olmalı, olabilmeli diyerek sabahın ilk ışıklarıyla işe koyuluyorum… çoçuklar bugün sana emanet… zihnim ardı ardına hazırlık planları yapıp sıraya koyadursun ben çalışmaya başlıyorum…cevizleri ince ince çekiyorum, tıpkı annemin yaptığı gibi… büyük teyzelerimden anneme ve teyzemlere, ve onlardan bizlere geçen bol yumurtalı ve sütlü baklava tarifimi ortaya çıkarıp hamuru yoğurmaya başlıyorum… fakat bu sefer tarifi bir cesaretle değiştirip beyaz unu içinden çıkarıp derin kabın içine kavulca ununu dolduruyorum… bir taraftan da korkuyorum… derinlerden gelen bir ses hamur asla açılmayacak diyor…ssshhh diyerek susturuyorum…minik minik yumrular yapıyorum…bera yanıbaşımda avuçlarını açıp kapatıyor… süt istiyor…hem bera yı emzirip hem hamurları ceviz büyüklüğüne getirme aşamasından alnımın akıyla çıkıyorum… tam her şey hazır, hamurları açmaya başlıyorum ki… nişasta… nişastam nerede, nişasta yok, nişastasız açılmazzz… lakin açılmıyor… sevdigimin gözlerinin içine bakıyorum…o nişasta peşinde koşturadursun, ve mis kokulu hamurum kenarda akibetini  beklesin,  ben bir solukta dikiş masama geçip kitaplarımı karıştırmaya başlıyorum… elbise de diksem yetişir mi acaba?  yetişmez… yetişir…olmazzz… olurrrr… off bir sus Allah aşkına…yetişir dedim ya… yine kumaşlar seçiliyor, kararlar veriliyor… mutlu oluyorum, çoçukların gözlerindeki parıltının hayali bile yetiyor… ben sayfaların arasında kaybolmuşken nişasta geliyor, neredeyse bir saat bekleyen hamur mucizevi bir şekilde açılmaya başlıyor… eee az önce inat ediyordun?… baklava tarifinin kenarına not düşüyorum: mısır nişastasını unutma, hamuru bir saat beklet…

sevgili ananem zamanında baklava için 60-70 yufkayı tek tek acarmis, anneciğim 40-50 açardı, ben henüz 30 un üzerine çıkamadım, hem de minicik tepsiye… ne cok emek!!! benim kizlarimda 15-20 tane acabilirlerse sevinmeli miyim? ya da onlar da benim gibi bayramda baklava açarlar mı? …baklavanın bitmesi, kesilmesi, tereyağının süzülüp hazırlanması, ve pişirilmesi derken zaman akıyor, akmaya devam ediyor… aklım daha dün temizleyip sildiğim evin savaştan çıkmış haline mi, daha patronları bile kesilmemiş elbiselere mi, yoksa henüz ne olacakları belirsiz hediyelere mi takılsın… lakin hiç birine takılamıyor… yorgunluktan bitap düşmüş baba gözümün içine bakıyor… bera yı kucaklıyorum… akşam ola hayır ola…  gün içinde kaçamaklar yapıp masama kaçıyorum, ufak ufak çalışıyorum… bu arada bera yı öğle uykusu için pış pışlarken baklavam “katmerli” kızarıyor…koşturmacalar içinde akşam oluyor…çoçuklar nihayet uyuyor… benim de gözlerim kapanıyor…uyudum uyuyacağım derken hızlıca toparlıyorum kendimi… olduğu kadar, ne çıkarsa ortaya, hepsine varım diyorum…kızların son bir senedir yazdıkları mektupları ve biriktirdikleri kartları organize etmek için minik birer çanta dikiyorum… içine çok seveceklerini düşündüğüm kartpostalları  dolduruyorum…paketleri hazırlayıp masanın üzerine bırakıyorum… elbiseler biçiliyor ama yetişmiyor…baklavanın şerbetini döküyorum… saat gecenin yarısını çoktan geçmiş… ev hala savaş alanı…olduğu kadar diyorum… uykuya gidiyorum…

sabah kendimize gelir gelmez evi toparlayıp kahvaltı masasını hazırlıyoruz…bir yandan barış manço çalıyor… bugün bayram… evet bugün bayram…birbirimize sarılıp bayramlaşıyoruz…çoçukların gözlerine bakıyorum…bayram parıltılarını ve ışıklarını görüyorum…evin içinde mis kokular… masada açılmayı bekleyen el emeği hediyeler…ve baklava tepsisinin başında, o yaramaz mı yaramaz minik kız çoçuğu.

* karpostal, pul ve adresleri saklamak için diktiğim çantanın linkine şuradan ulaşabilirsiniz.

 

bennu’nun doğumgünü

bennu’nun doğumgünü

Çoçukların doğumgünleri yaklaştığında kafamda binbir gece masalları türünden hayaller uçuşmaya başlıyor: pastamız, hediyeler, süsler, elbisemizin rengi, kumaşı, modeli vs derken yapılacaklar listesi uzadıkça uzuyor. Sanırım en çok da bu hayal etme kısmını seviyorum. Lakin doğumgünü tarihi yaklaştıkça liste kısalmaya başlıyor. Elbette yaptım, bitirdim, hazır türünden bir kısalma değil, aman Allah im doğumgününe çok az kaldı, listeden üç en önemli konuyu seç ve hemen başla türünden bir kısalma… Öyle de oluyor, mesela yeni bir kek aramanın ve denemenin vakti değil diyorum; iki kalıp sünger kek pişiriyorum , arasına pastaci kremasi ve bol çilek, üzerini de tereyağ kremasıyla sıvadık mı tamamdır. Doğumgünü elbisesi?…  ondan vazgeçemem. zaten annecik gectiğimiz üç ay hastalıklarla boğuşmaktan dikiş makinasının yanına yaklaşamamış, özlem sona ermeli diye düşünüyorum, doğumgünü bahane. Ama elbisenin modeli basit olmalı… Happy Homemade den bir model seçiyorum. Sonra gözüme Nani Iro nun çift gauze den yapılmış renkli puantiyeli bir kumaşı takılıyor. Kumaşı hangi amaçla aldığımı hatırlıyorum, keyfim kaçıyor… sonra babamın  biz küçükken bayramda diktiği elbiseler aklıma geliyor, katlı ve puantiyeli… Ne çok severdim…Bennu nun da benim gibi puantiyeli bir elbisesi olsun istiyorum. Fazla nostaljiye kapılıp anıların içinde kaybolmadan kafamdaki orijinal planı iptal ederek kumaşı raftan çıkarıp masaya koyuyorum.  Çocuklar uyurken bir gece kesiyorum, diger gece dikiyorum, basit bir elbise ama yakasına ipek  bir kurdela geçirdiğimde yüzümde kocaman bir gülümseme beliriyor, bu elbiseyi Bennu sevecek, eminim… peki süsler? … Geçen senelerde diktiğim kumaş ve kağıt süsleri tekrar tekrar kullanmanın keyfine diyecek yok, biraz tamir ve bir kaç yer değiştirmeyle bu iş de kısa sürede sonlanıyor. Ya hediyeler? … O iş zor görünüyor. Aylar once anneye siparişi verilmiş bir bez bebek. Geçen sene diktiğim Papatya nın erkek versiyonu, ismi Ali ymiş. Bavulu bile hazırmış… Papatya onu büyük bir heyecanla bekliyormuş, düğünleri olacakmış. Amma… Nerden baksam elbiseleriyle birlikte minimum 20 saat sürecek. Hemen parmak hesabına başlıyorum, Bera nin uyku saatlerini topluyorum, gece 1-2 saat uykusuz kalmayı da göze alıyorum…ıhh ıhh,  hesap ortada. Kendimi hızlıca toparlıyorum. Almila ya ilk aldığım bez bebeğin  Brezilya da bir kadin kooperatifi tarafindan etik şartlarda ve adil ücretlendirmeyle yapıldığı aklıma geliyor.  Bebeği fazla vakit kaybetmeden ısmarlıyorum. İçime pek sinmiyor, nedense kendimi rahatlamış hissetmiyorum.  Durumu Bennu ya anlatıyorum, yüzü asılıyor, çünkü bebek Papatya ya degil Gül e benziyor. Evin içinde turlar atiyor, düşünceli gorunuyor, bir müddet sonra koşarak geliyor, gözlerinin içindeki ışıltılar geri gelmiş. Bebeğin ismi Adem olsun, Papatya yla değil, Gül’le evlendirelim diyor. Tamam diyorum. Gülümsüyorum ama yine de çok sevinemiyorum, sanki bir şeyler eksik kalıyor, bu kadar çabuk kabullenmeseydi, ısrar etseydi, belki yetiştirirdim diye iç geçiriyorum. Listeye göz atıyorum, Almila nin da gönlü olsun diye ona uzun süredir söz verdigim çanta gözüme çarpıyor… model ve kumaş aklimda, hatta kalıplarını da çok uzun zaman önce hazırlamıştım, bir değil iki tane diksem, olur mu? Olur. Türkiye seyahati öncesi çok da kullanışlı olur, cocukların bavul taşımaları yerine içi geniş bol hazneli cantalarının olması fikri  hoşuma gidiyor. Lakin evdeki hesap çarşıya pek uymuyor, çantalar bitiyor bitmesine de anne her doğumgününde olduğu gibi iki-üç gece uykusuz kalıyor. Galiba her yeni doğumgününde uykusuz kalacağını da biliyor… Uykusuzluk anı geldiğinde de bir şeyler üretebilmenin, çocuklarının gözlerindeki ışığı hayal etmenin, ve belki de gecenin sessizliğinde kendini dinlemenin keyfini çıkarıyor.

Ve “sonra” geliyor…

Bir doğumgünü masalı daha basliyor…

HOŞGELDİNİZ

Toprak ve doğayla bütünleşmek, evde üretmek, çocuklarımızla okulsuzluğu öğrenmek ve yavaşlamak için çabalayan altı kişilik bir aileyiz. Ziyaret ettiğiniz için teşekkürler.