ailece yaptığımız ilk doğa yürüşümüzü hiç unutmuyorum. bu ilk uzun yürüyüşün öncesinde civar parklarda veya evimizin etrafında kısa yürüyüşler yapıyorduk ama şehrin gürültüsünden uzakta, ormanın derinliklerinde, doğayla baş başa ve belli bir yürüyüş parkurunu takip ederek yürümek gibi bir deneyimimiz hiç olmamıştı. şehrimizin yakınlarındaki küçük bir köyde, parkurun girişine arabayı park edip bizi neler beklediğini pek de bilmeden dağın üst noktalarına tırmanmak için yola çıkmıştık. sanırım Bennu 4 veya 5 yaşlarındaydı. ne kendisi yürüyerek, ne de biz onu kucağımızda taşıyarak bu kadar zorlu bir parkuru bitirmemize imkan yoktu. ve maalesef parkurun ne kadar zorlu olabileceğini ne ben ne de bülent önceden kestirebilmiştik. bennu o gün, belki bugün bile yürürken zorlanacağı ilk yürüşünden alnının akıyla çıktı. fakat kolay olmadı. dağın kayalık zemininde yukarı doğru tırmanmaya devam ederken bir ara artık geri dönemeyeceğimizi farkedip hiç durmadan ağlamaya başladı. onu uzun süre sakinleştiremediğimizi hatırlıyorum. sonra elinden sımsıkı tutup gözlerinin içine bakarak; merak etme bize güvenebilirsin, bu yolu hep beraber, birlikte bitireceğiz diyerek söz verdik. eve dönmeden havanın kararmayacağını, karanlıkta ormanda kalmayacağımızı defalarca tekrarlayarak endişelerini bir nebze olsun azaltmaya çalıştık. ona yol boyunca hikayeler anlattık. o gün o minik eliyle elimi sımsıkı tutup aşağı inene kadar hiç bırakmadı. toplamda ne kadar yürüdüğümüzü bilmiyorum ama hava kararmadan az önce arabamıza geri varabilmiştik. ve o gün ailece bir bilinmeze doğru yol alırken sonsuzluk gibi görünen o 2-3 saat bize ne çok şey öğretti. mesela o gün ailemizi aile yapan en temel değerin birbirimize olan sonsuz güvenimiz olduğunu öğrendik. zorlukları birbirimizin elinden sımsıkı tutarak aşabileceğimizi öğrendik. o gün parkur haritalarını okumayı da öğrendik. telefonumuzun ormanın derinliklerinde çekmeme ihtimalini ve yiyecek ve içeçek konularında cömert olmamız gerektiğini de… doğanın seslerini kendi sessizliğimizde dinlemeyi öğrendik. ailece birlikte olsak bile ‘yol’u her birimizin tek başına alması gerektiğini ve aynı yolu her birimizin ne kadar da farklı deneyim ettiğini öğrendik. farklılarımızın daha bir farkına varmayı… ve en önemlisi de bu yürüyüşlerin sıradan bir spor ayakkabısı ile yapılmaması gerektiğini :) ve inişlerin çıkışlardan çok daha yorucu olduğunu…ogrendik.
o gün bugündür yeni fırsatlar yaratıp doğa yürüyüşlerimize devam ediyoruz. evdeki herkes bu yürüyüşlerin kolay olmadığını biliyor. önce ben istemiyorum sesleri yükseliyor. hava bugün çok soğuk, ben yorgunum, başka bir gün gitsek sesleri takip ediyor. elbette bazen bahaneler üretip vazgeçme yoluna da gidiyoruz. ama bazen herkes olur diyor veya bazen herkes olur demese bile birbirimizi ikna edebiliyoruz. kış aylarında evden çıkmak daha da zorlu bir mücadeleye dönüşüyor. eğer uzun süre dışarıda kalacaksak herkesin üst üste 2-3 kat giyinmesi gerekiyor. bir an önce evden çıkabilmek için hızlı bir koşuşturma başlıyor. almila yün çoraplarını giydin mi? bennu yün kazağını bulabildin mi? bera nın eldivenleri yine mi kayıp? bülent atıştırmalık hazırlayabildin mı?sırt çantamız nerdeydi? …
nihayet hazırlıkları bitirip evden çıktıktan sonra, yürüyüşe başlayacağımız noktaya gelene kadar bir saat geçmiş oluyor. arabadan çıkıp soğuğu yüzümüzde ve ellerimizde iyice hissedip, üstüne güzel bir titreyip, evden hiç çıkmasaydık daha mı iyi olurdu düşüncesini kısa bir süreliğine aklımızdan geçirdikten sonra yürümeye başlıyoruz.orman her zaman davetkar. hiç geri çevirmiyor. senin isteksizliğini farkedince de hiç vakit kaybetmeden önüne mucizelerini sermeye başlıyor. bir tarafımızda suların artmasıyla iyice coşarak çağlayan nehir, hava sıcaklığının eksinin altına düşmesiyle akan suyun içinde bütün gün parlayan güneşe rağmen dallara tutunarak biriken buz kütleleri, ve kayalıkların üzerinde güneş gören nemli kısımlarda yeşilin en güzel tonlarıyla oluşan yosunlar. diğer tarafta ise üst üste yıkılmış ağaç gövdelerinin ve dalların ormanın içinde sessizce oluşturdukları mükemmel kaos.
ve işte tam da bu kaosu hissetmeye başladığımızda şikayetlerimizde nihayet son buluyor. farkında olmadan yerlerde uzanan dallara dokunmaya başlıyoruz. başımızı yukarı kaldırıp gökyüzüne uzanan ağaçların gövdeleri arasında ne kadar da küçük olduğumuzu farkediyoruz. yanıbaşımızda çağlayarak akan suyun sesini daha net duyuyoruz. almila kayalıklara tırmanmaya karar veriyor. bennu ağaç gövdelerinin üzerinde dengede kalarak yürümeye çalışıyor. bera sırtımda etrafını işaret ederek kalbinde hissetiklerini kelimelere dökmemi istiyor.
ormanın derinliklerinde her zaman mola verdiğimiz açıklık alana vardığımızda hepimiz yolculuk öncesinden çok daha mutlu ve huzurluyuz. ilk proje nehirin karşısına ıslanmadan geçebilmek. bülent ve kızlar buldukları dalları çekiştirerek nehirin üzerine taşıyorlar. bera kendini eski bir ağaç gövdesinin üzerine konuçlandırıp etrafı dikkatle izlemeye başlıyor. ben ise gözlerimi kapatıp yaşadığım anın bütün zihnimi ve yüreğimi iyileştiren mucizevi varlığını en derinlerimde hissetmeye çalışıyorum. kalbim şükürle doluyor.
burada ne kadar kalıyoruz bilmiyorum. geri dönüş yolculuğu her zaman olduğu gibi nehire düşen çoçuğun anne ben yine ıslandım sesiyle başlıyor. dönüş yolunda bülent soğuktan iyice üşüyen bera yı sırtına alıp önden hızlı adımlarla ilerlemeye başlıyor. kızlar ellerimden tutup hayallerini anlatmaya başlıyorlar. yolun sonuna kadar dip dibe yürüyoruz.
arabayla eve doğru ilerlerken düşünüyorum. evet evimiz sıcak. dışarısı ise soğuk ve zor. ama ya doğada hissettiklerimiz. ya da onun bize hissettirdikleri. bizi ailece bu kadar yakınlaştıran başka zaman dilimleri var mı? belki.
ama hiç bitmesin dediğim bu anlar kadar zihnime net kazılan başka zaman dilimleri yok.
ve işte tam da bu yüzden. doğa ilk fırsatta bizi yine çağıracak.
ve bizim de ona doğru olan yolculuğumuz hiç bitmeyecek.