yaşadığımız şehre iki buçuk saat uzaklıktaki waldorf okulunu ilk keşfettiğim zamanlarda, waldorf pedagojisi ile ilgili bildiklerim oldukça yüzeysel ve kulaktan dolmaydı. fakat yine de potansiyel veliler için hazırlanan toplantı gününe gitmeye karar vermiştik . okula vardığımızda çocukları öğretmenlerin gözetiminde bir waldorf sınıfına bıraktık ve büyük salonda velileri karşılayan okulun öğretmenleriyle tanışmaya başladık. toplantıya ilgi oldukça yoğundu. okulu tanıtan sunumlar ve soru-cevaplar başlamadan önce öğretmenlerle uzun uzun konuşup sohbet etme imkanı bulmuştuk. öğretmenler, bizi can kulağıyla dinleyip bütün sorularımıza oldukça içten yanıtlar veriyorlardı. üstelik hemen hepsinde tarif edemediğim bir dinginlik, sakinlik, sadelik ve yavaşlık göze çarpıyordu. beni en çok etkileyen de öğretmenlerin bu yalın duruşu olmuştu.
öğretmenlerle sohbet ederken bir taraftan da öğrencilerin yaptıkları çalışmaları ve defterlerini gözden geçirme fırsatı bulmuştuk. her ne kadar okulu ziyaretimizden önce yaptığım araştırmalarda, waldorf pedagojisinin estetik ve sanatsal gelişime verdiği önemi kavramış olsam da, elime aldığım her defterin sanki bir sanat eseri gibi işlenmiş olmasını açıkcası beklemiyordum.
okul turu boyunca şaşkınlığımız giderek artıyordu. heykel yapımı, müzik ve dans eğitimi odaları, tiyatrosu, sınıfları, okula dair her şey, her ayrıntı bu kadar güzel olabilir miydi? o gün hayatımda okul ve güzel kelimesini sadece waldorf okulları için yan yana getirebileceğime yürekten ikna olmuştum. üstelik her sınıfın oyun bahçesine (ormanın içine) direk çıkış veren kapıları vardı. çocuklar ilkokulda 2-3 saat süren ana dersin ardından, geri kalan bütün zamanlarını açık havada oyun oynayarak, el işi yaparak, ve müzik ve sanat dersleriyle geçiriyorlardı.
imkansız veya hayal gibi görünen; gerçek olarak karşımızdaydı.
tamamen doğal malzemelerle bezenmiş oyun alanlarını da gördükten sonra benim için artık geri dönüş yoktu. bu okul olmalıydı. waldorf okulu olmalıydı. işin en heyecan verici yanı ise bülent de aynı fikirdeydi. oluyorsa burası olsun başka alternatif düşünmemize gerek yok diyordu. tabii elimize verilen fiyat tablosunu o noktada henüz tartışmalarımıza katmamıştık.
biz o gün bir hayal dünyasında; kendi hayallerimizin de gerçek olabileceğine inanmıştık.
aslında waldorlfa tanışana kadar aradığımız alternatif okulla ilgili kriterlerimiz farklıydı. biz çocuklarımızın kendi akademik ilgilerini ve yeteneklerini özgür bir ortamda keşfedebilecekleri ve geliştirebilecekleri bir okul arıyorduk. halbuki waldorf da sistematik ve detaylı bir müfredat işleniyordu ve bu bizim en önemli kriterimize uymuyordu. üstelik aynı yaş grupları yine aynı sınıflarda eğitim görüyordu.
diğer taraftan bu müfredat çocukların yaş dönemlerine göre oldukça esnek bir şekilde veriliyordu. akademik çalışmalar neredeyse dördüncü sınıfta başlıyordu. onun öncesinde çocukların hem matematik becerilerini geliştirmesi hem de okumayı yazmayı öğrenmeleri için geniş bir zaman aralığı tanınıyordu. hatta waldorf okullarına devam eden bir çok çocuk okumaya 8-10 yaş aralığında başlıyordu. ve bütün bu kazanımlar, çocuğun sanatsal becerileri dahil olmak üzere; serbest oyun, elişi, kukla oyunları ve masalları müfredatın merkezine koyan aktif bir pedagojik yaklaşım yürütülerek gerçekleştiriliyordu.
waldorfla tanışana kadar, çocuklara estetik bakış kazandırma konusu üzerine de hiç düşünmemiştim. waldorf okullarında bu doğal olarak gerçekleşiyordu. mesela her sınıf pastel, ruhu dinlendiren yumuşak renklerle boyanmıştı. anaokul sınıflarının tavanları ipek örtülerle süslenmişti. sınıf içerisinde bütün mobilyalar el yapımı ve ahşaptı. el işi derslerinde sadece doğal yün ve ipek, ve günlük oyunlarda ise sadece el yapımı ahşap oyuncaklar ve ipek kostümler kullanılıyordu. sınıfın içerisine dahil edilen her malzeme doğaldı ve hepsi bir araya gelince görsel bir şölene dönüşüyordu. bu bütünün içinde günlerini geçiren bir çocuğun estetik bakışı içselleştirmemesi bana göre imkansızdı.
ileride bu bakışı bende benimseyecek ve kendi evimizde ve yaşantımızda da doğallığı, sadeliği ve estetiği bir araya getirmek için çabalayacaktım.
bu ziyaretle birlikte alternatif okul listemdeki kriterlere bir yenisi daha eklenmişti. çocuğun günlerini geçireceği eğitim ortamı titizlikle hazırlanmış olmalı, çocuğun algılarını estetik yönünden geliştirebilmeli, üstelik sanatsal becerileri kazandırabilmeliydi.
yakınlarımızdaki bu waldorf okulu bizim kriterlerimizin bazılarıyla çatışsa da okulun genel işleyişi, olanakları, çocuğa verdiği değer, ve eğitime bir “bütün” olarak yaklaşması beni oldukça etkilemişti.
fakat bu okul, ülkeninin suç oranı oldukça yüksek olan şehirlerinden birindeydi. okulun kampüsünün olduğu bölge ise 1800 lu yıllardan kalan malikaneler ve çiftliklere ev sahipliği yapıyordu. şehrin bu bölümü oldukça güvenli olmasına rağmen bizim orada yaşayabilecek bir bütçemiz yoktu. yine civardaki güvenli bir çok bölge ev fiyatları açısından bizim senelerce mortgage borcu altına girmemize sebep olacaktı. üzerine okul masrafları eklendiğinde kağıt üzerinde mükemmel görünenler bize pek de gerçekçi gelmemeye başladı. çocuklarımızı bu okula gönderebilmek için ayrıcalıklarımızın olması gerekiyordu. ve biz bu ayrıcalıklara sahip olmak için bütün hayatımızı adamalıydık.
peki buna değer miydi?
bundan sonra:
okulsuzluk – 6. bölüm: alternatif arayışlar devam ediyor…
okulsuzluk – 7. bölüm : çocuklar okula gitmeseler, ne dersin?
okulsuzluk- 8. bölüm : okulsuz ilk iki yıl…
okulsuzluk – 9 bölüm: geriye dönüş yok…
okulsuzluk- 10. bölüm: okulsuz hayat için düzenlemeler ve ev hayatı…
okulsuzluk- 11. bölüm: yasal olarak “evde eğitim”
okulsuzluk- 12. bölüm: ya sonrası?
okulsuzluk- 13. bölüm: doğru bilinen yanlışlar ve sık sorulan sorular