hatırlayabildiklerimle uzandım çocukluğuma, elimi uzattım. lütfen anlat bana diyerek yalvaran gözlerle haykırdım. lütfen anlat.
… geniş bir kapının pervazlarına tırmanmış, kuluçkaya oturmuş bir tavuk gibi kapının en üst noktasına tünemiş, etrafımı izliyorum. cıvıl cıvıl, neşe doluyum. gözümü küçük odadaki koltuklara dikiyorum, işte o koltukların tepesinden ayakların yere değmeden bütün odayı turlayacaksın diyorum. var mısın? varım elbet. deli gibi koşturup odada döndüğüm beş-altı turdan sonra koltuğun üzerine yığılıp kalıyorum, kalbim hızlı hızlı çarpıyor…
önümden film şeridi gibi geçen o andaki saf mutluluk yüreğime dokunuyor. elimi uzatıyorum yakalamak için, gel diyorum…
ama nafile…
… ananemlerdeyiz. bayram sabahı belki. küçücük bir sininin etrafında kuzenler, teyzeler, kardeşler sıralanmışız. her ağızdan ayrı bir ses çıkıyor. kızarmış peynir, yumurta ve daha yeni sağılıp kaynatılmış sütün enfes kokusu burnuma değiyor ve bütün vücudumu sarıyor. ananemin tepside pişirdiği devasa büyüklükte ekşi kokan ekmeğin kızarmış bir dilimi üzerine erimiş peyniri istifleyip ağzıma götürüyorum. bir yudum sıcak süt de yanında…
o kokunun tadını yine burnumda. daha dün gibi. ağzımı açıyorum, o lokmayı benimle paylaşır mısın?, diyorum.
ama nafile…
… kahvaltı bitmiş, bahçenin ortasındaki devasa dut ağacının altında toplanmışız. ah o dut ağacı, cömert dut ağacı, hep veren dut ağacı… merdiven, traktör, tırmanmak için ne varsa yükleniyoruz… hurraaa, dut toplamaya… iri dallardan birinin arasına yerleşiyorum. parmaklarım yapış yapış. en iri ve en olgun dutu gözüme kestirip koparıyorum.
o dut ağacında hep mutluyum. elimi uzatıyorum, koparıp tadına bakmak için…
ama nafile…
… merdivenlerin üzerine kilimleri yaymışız. üç beş oyuncağımı, bebeğimi, çay setimi yerleştirmişim. içim kıpır kıpır, hayaller dünyasında küçük kardeşimle belki bütün gün oynuyoruz. apartman soğuk, karanlık, ama içim aydınlık…
çocukluğum yine yeniden gözümün önünden akıyor. hep neşeli,hep meraklı, hep mutlu. olduğu gibi. hiç bir yapaylık yok. hep masum. sanki ulaşabilsem yakalayabileceğim ve her şey eskisi gibi olacak. ben yine mutlu, ben yine huzurlu olacağım. ruhum sakin. ruhum bilen olacak.
ama nafile…
sonra o gün geliyor. simsiyah önlükle aynadaki aksimi seyrediyorum. sıska mı sıskayım. kansızlıktan her zaman hafif sarı suratım, uzun sarı saçlarım ve tepesinde bembeyaz devasa kurdelem, ve siyah önlüğümün üzerinde büyük beyaz dantel yakalığım.
elimde küçük bavulum otobüse biniyorum. otobüsün camından dışarı seyrederken ne olduğunu, nereye gittiğimi kavramaya çalışıyorum. onunla göz göze geliyoruz. onun gözlerinde belki ilk defa derin bir hüzün var, benimkilerde ise bilinmezlik. bir elinden bebeği sarkıyor, diğer elinde çay fincanı, bana uzatıyor. içer misin? diye soruyor. otobüsün içinden el sallıyorum, uzun uzun el sallıyorum. otobüs hareket ediyor. ve uzaklaştıkça ardımda iyice silikleşiyor. o minik kız. sarı saçlı, mavi gözlü, solgun yüzlü, perişan…yıkık. dökük. parçalanmış.
bir elinde bebeği, diğer elinde çay fincanı….
ve onun gözlerindeki hüzne bakarken o an farkediyorum. herşey çoçukluğumda gizli. otobüse binmeden önceki o ilk çocukluğumda. o mini mini kırmızı etekli kız çoçuğunu, onu ortada öylece bırakıp gittiğimi yeniden hatırlıyorum. ve ardından sustuğumu… belki içimdeki o yaramaz çoçuğu kaybetmenin acısıyla, belki de otobüsteki günlerimin olağan can sıkıntısıyla. o neşe dolu, ortalığı birbirine katan, meraklı, geveze kız çoçuğu yok artık. ama biliyorum ki ruhumun bana anlattığı, keşfedeceğim her neyse, o minik kızda gizli, onu bulmadan pes etmeyeceğime söz veriyorum.
onu her yerde arıyorum, bana çocukluğumu hatırlatan her yerde. bazen bir kokunun içinde arıyorum, bazen yapış yapış parmaklarımda, bazen çikolata kutularının içinde, bazen babasının omuzunda, bazen annesinin kucağında, bazen bir elbisede , bazen bir oyuncakta, bazen gözyaşlarımda, bazen sevincimde. çocukluğumdan bana kalan ne varsa hepsinde onu arıyorum.
olmuyor. onu bulmak kolay olmuyor. ama anlıyorum ki içimden bana seslenen, yeter artık in şu otobüsten diye avazı çıktığı kadar bağıran o cesur ses, o minik kız çocuğu. o da beni arıyor. bunu taaa derinlerimde hissediyorum.
ve nihayet uzun arayışlardan sonra bir gün uzaktan bir ses duyuluyor, çok uzaklardan… belli belirsiz, varla yok arası. bana şöyle sesleniyor; “otobüsten ineceğini, pes etmeyeceğini, peşime düşeceğini biliyordum, artık bana çok daha yakınsın…
işaretleri takip et.”