okulsuzluk 13. bölüm: okulsuzlukla (veya evde eğitimle) ilgili doğru bilinen yanlışlar, sorular ve cevaplar

sizi okulsuzlukla ilgili motive eden kaynaklar, forumlar, ve bloglar var mı?

bu yazı dizisinin başında da belirttiğim gibi, okulsuzluk konusunda beni aydınlatan ve kendi fikirlerimin oluşmasında referans edindiğim iki önemli isim var, biri John Holt ve diğeri John Taylor Gatto. Özellikle Gatto nun kitapları, her ne kadar amerika daki eğitim sistemini eleştiri üzerine yoğunlaşsa da; günümüzde bir çok eğitim modelinin, amerika dahil olmak üzere, prusya daki okullaşma modelinden türediğini düşünürsek, Gatto’nun kitaplarında tartıştığı konuların ana fikrinin, temelde bizim eğitim sistemimizle de ilgili olduğunu düşünüyorum.

eğer Holt ve Gatto nun kitaplarına ulaşmakta zorlanırsanız, alternatif olarak Matt Hern in, “Alternatif Eğitim, Hayatımızın Okulsuzlaşması” kitabını da edinebilirsiniz. içinde İllich, Gatto ve Holt olmak üzere, alternatif eğitim üzerine çalışmış bir çok kişinin makaleleri var. hatta kitapta; Eylem Korkmaz ve Bülent Akdağ ın yazdığı, Türkiye deki alternatif eğitimi ve gelişmeleri detaylı anlatan bir bölüm de var.

aşağıdaki linkten de yine Holt, Gatto, ve Gray in kısa yazılarına ulaşabilirsiniz (ingilizce)

http://www.naturalchild.org/articles/learning.html

alternatif eğitimle ilgili sevgili Merve nin hazırladığı (facebooktaki okulsuz eğitim anneleri forumunda paylaşılan linkleri derleyerek) çok güzel bir kaynak listesi var (özellikle, ilk etapta, Ken Robinson un TED konuşmalarını izlemenizi tavsiye ederim). http://alternatifhayatlar.blogspot.com/2015/07/okulsuz-eğitim-anneleri-facebook.html

facebook hesabım olmadığı için benim takip edemediğim (ve bu yüzden linkini de paylaşamıyorum) “Okulsuz Eğitim Anneleri” grubuna, eğer facebook hesabınız varsa üye olabilirsiniz.

yine Türkçe bir referans olarak; Sinek Sekiz (İG @iremcagil) tarafından basılan, ve sevgili Seda (İG @anneminkitaplığı) tarafından çevirilen, Ben Hewitt in “Okulsuz Büyümek” kitabını okuyabilirsiniz.

faydalandığım ve referans olarak kullandığım, çoğunluğu eğitimle ilgili diğer kitapların fotoğraf olarak listesine, okulsuzluk yazı dizisinin 10. bölümünden ulaşabilirsiniz (fırsat bulduğumda sadece okulsuzlukla ilgili olanları buraya listeleyeceğim). elimde kindle versiyonları olduğu için fotoğraflarda olmayan ve beni oldukça etkileyen kitapları da buraya ekleyebilirim:

Peter Gray, “Free to Learn”.

Krishnamurti, “Education and Significance of Life”.

Richard Louve, “Last Child in the Woods “.

bu aralar, okulsuzlukla ilgili sürekli olarak takip ettiğim bir blog yok. fakat okulsuzlukla tanıştığım ilk yıllarda “mothering.com” un alternatif eğitimle ilgili forumlarını uzun bir süre takip etmiştim. burası oldukça aktif bir forum (ve ingilizce) (http://www.mothering.com/forum/439-unschooling/ )

yahoo groups üzerinden üye olduğum iki grup var, aktif olarak takip etmiyorum, ama ihtiyacım oldukça faydalanıyorum (yine ingilizce) (waldorf ve evde eğitim ile ilgili)

http://groups.yahoo.com/group/waldorfhomeeducators/

https://groups.yahoo.com/neo/groups/waldorfcurriculum-supplies/info (waldorf la ilgili, ikinci el evde eğitim müfredatlarına ulaşmak için kullanıyorum)

ev ortamınızda, okulsuzluğun devamı için, sahip olmanız gereken olmazsa olmaz diyebileceğiniz neler var?

okulsuzluk için evin fiziksel şartlarıyla ilgili düşüncelerimizi 10. bölümde özetlemiştim. bizim en önem verdiğimiz konulardan biri, ev içerisinde çocukların farklı yerde çalışmalarını kolaylaştırabilecek küçük alanlar yaratmak; yani evdeki eşyaları azaltarak, evin odalarını (belki uyku odaları hariç), evin bütün bireylerinin demokratik kullanımına açmak.

ikinci olarak; ev kütüphanemizin zenginleşmesine önem veriyoruz. genelde bütçemizi de sarsmaması için ikinci el kitap almayı tercih ediyoruz. yalnız bu her ucuz bulduğumuz kitabı eve getiriyoruz anlamına gelmesin. kitap konusunda oldukça seçiciyiz. okulsuzluğu veya ev eğitimini düşünen ailelerin de çocuk dostu bir kütüphane oluşturabilmek için ayın belirli günlerinde, ikinci el kitapçıları ve sahafları gezmesinin gerekli olduğuna inanıyorum.

son olarak: okulsuzluk konusunda eşler (veya ebeveynler) arasında uyumun önemine inanıyorum. her konuda hemfikir olunması elbette mümkün değil. fakat okulsuzluk felsefesini her iki tarafında iyi anlaması, benimsemesi, ortak fikirler yürütebilecek bir zeminde buluşmaları; karşılaşılacak problemlere ortak müdahale edilebilmesi açısından da büyük önem taşıyor.

okulsuzluğu seçersem kendime ait bir hayatım olmayacak. bütün hayatımı çocuklarıma adarsam, 24 saatimi onlarla geçirirsem,  hem kendi kişisel gelişimim için, hem de diğer insanlara faydalı olabilmek adına yapabileceklerimi de sınırlandırmış olacağım.

bir önceki sorunun cevabında da belirttiğim gibi, okulsuzluk tek bir tarafın isteğiyle alınabilecek bir karar değil. evde; anne ve baba, ve daha ileriki yaşlarda çocukların da katılacağı ortak müzakereler sonucunda bu yönde karar verilmesi oldukça önemli. bu kararı alırken sebeplerini de çok ayrıntılı düşünmemiz, çocuklarımızın okulsuzluğa adaptasyonunun gerçekleşmesi için, onlara verebileceklerimizin analizini de iyi yapmamız gerekiyor.

okulsuzluk kararıyla beraber,  bütün hayatımızı elbette çocuklarımıza adamış olmuyoruz. onların özgür düşünme yetisi kazandıkları, deneyimleyerek öğrendikleri, üretkenliklerini destekleyebileceğimiz ve bu pencereleri onlara açabileceğimiz kritik bir zaman aralığı var. bana göre bu zaman aralığı ortaokul sonlarında, yani 13-14 yaşlarında sonlanmış, ve bu yaştan sonra, çocuk da kendi öğrenmesinin sorumluluğunu almış oluyor.

okulsuzluğu benimsediğimiz için, zamanımızın çoğunu (bizim aile desteğimiz olmadığı için tamamını), çocuklarımızla birlikte geçiriyoruz. fakat bu, bütün günümüzü onların ihtiyaçlarını (fiziksel, zihinsel, duygusal) karşılayarak geçirdiğimiz anlamına gelmemeli. okulsuz çocuklar, kendi zamanlarını yönetmeyi, iç sıkıntılarını gidermeyi, ve sürekli okuyan ve üreten bireyler olmayı, çok başarılı bir şekilde gerçekleştirebiliyorlar. çoğu zaman, anne baba da, gün içerisinde kendi işine odaklanabilecek minimum 2-3 saate sahip olabiliyor. özellikle 7 yaşından sonra bu zaman giderek artıyor. hatta, daha ileriki yaşlarda (9 yaş ve sonrası), tek başlarına çok daha uzun süreli çalışabilecek donanıma sahip oluyorlar. (bennu şu an 8 yaşında, ve sevdiği bir iş üzerinde, minimum 2-3 saat odaklı çalışabiliyor. almila 11 yaşında, ve bütün gününü kendi yöneterek geçirebiliyor). çocuğun en başından beri okulsuz büyümüş olması da büyük fark yaratıyor. kendi iç motivasyonuyla öğrenmeye alışan bir çocuk, dışarıdan stimule edilmeyi de beklemiyor.

okulsuzluk, aynı zamanda, ebeveynlerin de kendilerini keşfetmelerine yardımcı oluyor. kendi düşüncelerini okulsuzlaştırma sürecinden geçiren bir anne baba için, sistem içinde var olma ve bunu ispat etme ihtiyacı da önemini yavaş yavaş kaybediyor. “başarı” veya “kariyer” üzerine odaklanmış bir hayattan, daha basit,   “üreten”, ve ürettiği ile mutlu olabilen başka bir yaşama doğru yöneliş başlıyor. bizler özgürleştikçe, deneyim ettikçe ve öğrendikçe, beklentilerimiz, hayallerimiz, ve ideallerimiz de yavaş yavaş değişmeye başlıyor. bu sebeplerden dolayı, okulsuzluk; hayatımızı çocuklarımıza adayacağımız veya kendimiz olamayacağımız bir yaşam yaratmıyor; tam tersi, kendimizi bilerek ve daha farkında ilerleyeceğimiz bir dönüşüme öncülük ediyor.

ben sosyal bilgiler alanlarında çocuğuma yol gösterebilecek bir yeterliliğe sahibim, fakat sayısal konularda çok zayıfım. özellikle matematik benim kabusum. okulsuzluğu seçersem çocuğumun sayısal konulardaki algısı da benim korkularım ve yetersizliklerim üzerinden şekillenir mi?

okulsuzluğun amacı, çocuklarımızı bütün akademik konularda dört dörtlük bir noktaya getirmek değil asla. bu maalesef okul kültürünün bizlere senelerce empoze ettiği; “her konuda iyi olmalıyız ve her şeyi bilmeliyiz” varsayımıyla yaratılan kaygıların bir sonucu aynı zamanda. halbuki, okulsuzluk, çocuklarımıza “bilmemenin” doğal olduğunu, hatta anne babanın da çoğu zaman bilmediğini, fakat merak ettiğimiz her şeyi öğrenebilme kapasitesine sahip olduğumuzu anlatabilmenin anahtarını veriyor. bu perspektiften baktığımız zaman, çocuğumuzun bize danıştığı, fakat onlara yardım edemediğimiz konularda; bilmiyorum ama beraber öğrenebiliriz diyebilmenin, birlikte araştırmanın, etrafımızdaki arkadaşlarımızdan yardım almanın, öğrenmeyi uzun bir zamana yaymanın, ve öğrenmenin birikim, düşünme ve analiz sonucu oluştuğunu göstermenin; çocuklarımız da endişe veya kaygı yaratmak yerine, onlara, bilgiye ulaşabilmenin, her zaman mümkün olduğunu öğreteceğine inanıyorum.

çocukların okul dışında sosyalleşme olanakları kısıtlıdır.

bu konuda yapılan araştırmalar, okulun her zaman sağlıklı bir sosyalleşme ortamı oluşturamayacağını gösteriyor. özellikle son yıllarda hızla artan akran zorbalığı, ailelerin ekonomik statülerinin çocukların arkadaş seçimlerine yansıması, okuldaki arkadaş gruplarının; okulda çalışkanlığı veya fiziki gücü öne çıkan bir kaç çocuğun popüleritesi üzerinden oluşması, çocukların kendi değer yargılarını, arkadaşlarının değer yargıları üzerinden şekillendirmeleri vs. gibi durumlar, okuldaki sosyalleşmenin sağlıksız yönlerine dikkat çekiyor. bir çok idareci ve öğretmen de, bu problemlerin üstesinden gelmek için yeterli kaynaklara ve donanıma sahip olmadıkları için, okul bir çok çocuğun kendine olan güvenini yitirdiği, hatta içine kapandığı bir ortama dönüşebiliyor.

bunun yanı sıra; günümüzde, girdiğimiz her ortamda, dışa dönük ve sosyal olmak, kazanılması zorunlu bir davranış olarak öne çıkarılıyor. bir çok aile de çocuğunu dışa dönük ve girişken olması için motive ediyor. fakat son yıllarda, içe dönükler üzerine yapılan çalışmalar , sürekli ön planda olmanın değer verildiği okul ortamlarının, içe dönük çocukların öğrenmesine büyük bir engel oluşturduğunu da gösteriyor. (bkz: Sessiz: Konuşmadan Duramayan Bir Dünyada İçe Dönüklerin Gücü).

okulsuzluğu seçen aileler ise; okuldaki 10 dk lik teneffüs aralığında, veya aynı yaş grubuna kısıtlanmış sınıflarda, çocukları yapay iletişime zorlayan bir sisteme güvenmek yerine; çocuklarının hayatın içinde olması için ellerindeki kaynakları her fırsatta değerlendirmeye çalışıyor. bu konuda, okulsuz bir aile olarak, şimdiye kadar hiç bir sorunla karşılaşmadığımızı içtenlikle ifade edebilirim. hatta tam tersi, çocuklarımızın her ortama rahatlıkla girebildiklerine ve arkadaş edinebildiklerine, ve özellikle yetişkinlerle kuvvetli diyaloglar kurabildiklerine sürekli şahit oluyoruz.

bütün bunlara rağmen, okul, bir çok aile için, çocuklarının sosyalleşebilmesi için yegane bir sığınak görevini görüyor. fakat, bunu bir varsayım olarak kabul ederken, üzerinde gerekli sorgulamaları yapmadığımız gerçeğini de göz önünde bulundurmamiz gerekiyor. okulun, bazı çocukların gelişimi için gerekli fırsatları verebileceğini, fakat bir çok çocuk için, özellikle sosyalleşme konusunda, oldukça yıkıcı ve tamir edilemeyecek sonuçlar doğurabileceğinin de farkında olabilmeliyiz.

çocuklarımızı evde pamuklara sarıp sarmalayarak, ve onları ileride karşılacakları kötülüklerden koruyarak, kendi kişiliklerini savunma ve koruma yetilerinden mahrum bırakmış olmuyor muyuz?

okulsuzluğun, çocuklarımızın hayatında, koruyucu bir görev gördüğü gerçeğini elbette kabul etmek zorundayız. özellikle arkadaş baskısı ve akran zorbalığı gibi çocuklarımızın okulda her gün karşılabilecekleri problemler, okulsuzluk veya ev eğitimiyle bir nebze kontrol altına da alınmış oluyor. fakat bu okulsuz çocukların, okula giden arkadaşları ile vakit geçirirken, veya okul dışında katıldıkları aktiviteler sırasında, sürekli olmasa da, benzer problemlerle karşılaşabilecekleri, ve bunlarla başetmek zorunda oldukları gerçeğini değiştirmiyor. biz anne baba olarak, bu konularda çocuklarımızla sık sık konuşma gereği duyuyoruz. çocuklarımızın benzer konularda farkındalık geliştirebilmeleri ve sorunlarına, önyargısız ve sağlıklı çözümler bulabilmeleri için senaryo üreterek (veya çoğu zaman karşılaştıkları bir problemden yola çıkarak), atabilecekleri adımları öğrenmelerine yardımcı oluyoruz.

bunun yanı sıra; kendini koruma, savunma gibi yetileri, çocuklarımızın okulda kazanabileceğini düşünürken, okuldaki ortamın oldukça regüle edildiği gerçeğini çoğu zaman unutuyoruz. çocukların kendi problemleriyle baş edebilmesi için oluşan fırsatlar; okuldaki öğretmenlerin zamansızlığı, kaynak yetersizliği ve katı disiplin kuralları gerekçesiyle hasır altı ediliyor. evde ise; okul saatlerinin uzunluğu, ödev, televizyon ve diğer aktiviteler sebebiyle oluşan zaman yetersizliğinden, çocuğun biriktirdiği sorunlar, aile içinde paylaşılamadan, çözümsüz bir şekilde üstü kapatılıyor.

maalesef, yukarıda da belirttiğim gibi, okulun faydaları konusundaki bir çok düşüncemizin temeli, varsayımlara dayanıyor. bu varsayımlarımızı deştiğimiz zaman, aslında okulun bir çok konuda yetersiz kaldığı gerçeğiyle de yüzleşmiş oluyoruz.

okulsuz eğitime devam etmek şehirde veya bir apartman dairesinde zordur, mutlaka bahçeli bir ev gerekir.

okulsuzluk veya evde eğitim, dünyanın bir çok ülkesinde, çok farklı koşullarda ve ortamlarda (new york daki bir apartman dairesinde, avusturalya nın kırsal bölgelerinde bir çiftlikte, veya küçük bir kasabada) yaşayan aileler tarafından uygulanabiliyor. açıkçası ben de, okulsuzluğun mekandan bağımsız olduğuna inanıyorum. aslında okulsuzluk, “okul binası” içinde öğrenmeyi reddetmek anlamına geliyor. evde (bahçeli veya bahçesiz), sokakta, doğada, yaşamın ilerlediği her alanda, öğrenme gerçekleşmeye devam ediyor.

okulsuzluğu seçen ailelerin de, çocuklarının okulsuzluğunu, kendileri için de birer keşfetme ve öğrenme süreci olarak görebilmeleri gerekiyor. ebeveynlerin ben merkezinden çıkarak hayata karşı yeni bir bakış açısı geliştirmelerinin, bilen ve öğreten konumundan sıyrılarak, ortak yaşayan ve deneyimleyen, ve kolaylaştıran rolüne bürünmelerinin; şehir ( veya kırsal ) yaşamının zorluklarını da bir avantaja çevireceğine inanıyorum.

şehir yaşamının çevresel (hava kirliliği, doğaya ulaşımın kısıtlı olması, vs gibi)ve fiziksel (ulaşım problemleri gibi ) zorlukları olmasına rağmen, okulsuz bir ailenin şehirde ulaşabileceği, kültürel ve sanatsal etkinliklerin çeşitliliğini, ve bunların çocuğun sosyal gelişimine katkılarını elbette inkar edemeyiz. şehirde yaşayan aileler, özellikle uzun hafta sonu veya bayram tatillerini, doğayla daha iç içe olabilecekleri, coğrafya ve tarih yönünden çocukların öğrenme fırsatlarını artırabilecekleri gezilerle destekleyerek bu açığı da rahatlıkla kapatabilirler.

diğer taraftan, ailenin “öğrenme” ye bakış açısının, yaşanılan ortamdan çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. nerede yaşarsak yaşayalım, çocuklarımızın öğrenmesi için, sahip olduğumuz koşullardan azami sekilde faydalanmak ve bunları çocuklarımızın merakını uyandırmak için bir fırsata dönüştürmek bizim elimizde. David Sobel , “yerel” odaklı öğrenmek ( place based education) isimli kitabında; her çocuğun ve yetişkinin öğrenmesi gerekenlerin, kendi yaşadığı ortamın şartlarına göre çeşitlilik gösterebileceğini savunuyor. mesela İstanbul’ da büyüyen bir çocuk, kalabalık bir şehrin sorunlarını (ve belki bunlara çözüm geliştirmeyi) ve bu şehirin tarihi ve sanatsal zenginliklerini öğrenirken; köyde veya kırsalda okulsuz büyüyen bir çocuk, çicekçilik,  bahçecilik gibi konulara yönelecektir. yani öğrenme mekandan bağımsız gerçekleşirken; bu mekanlar aynı zamanda, çocuğun ilgisini ve merakını uyandıracak konulara ev sahipliği yapacaktır.

son olarak, bütün bunlara ilaveten, her ailenin, okullu veya okulsuz, doğayla uzun süreli iletişimi sağlamak için yoğun bir “çaba” sarfetmesi gerektiğine de inanıyorum. doğayla iletişimin kurulması, bence kesinlikle bahçeli bir eve sahip olmaktan geçmiyor. bahçeli bir ev, çocuklarımızın çıplak ayakla toprakta dolaşmasına veya kendi bahçemizde üretebilmemize fırsat veriyor, elbette. fakat doğayla iletişim kurmanın bilinçli ve düzenli bir şekilde, bakir bir tabiatla başbaşa kalınarak yapılması gerektiğine inanıyorum. bana göre; bu ne şehirde, ne de bahçeli bir evde mümkün olabilir. bu yüzden, kendi çocuklarıma verebileceğim en büyük çocukluk hediyesinin kırsalda yaşamak ve kendilerini bilme yolculuklarında doğanın bütün nimetlerinden, her an faydalanabilmelerini sağlamak olduğunu düşünüyorum. umarım ileride bunu gerçekleştirebilme fırsatına bizler de kavuşabiliriz.

okulsuzluk- 12. bölüm: ya sonrası?

her ne kadar bu bölümü yazmak, benim için diğer bölümlere göre çok daha zor olsa da, bu yazı dizisinin içinde bu başlığın olması gerektiğine inanıyorum. biliyorum ki, okulsuzlukla ilgili endişelerin en büyük sebebi, biraz da bu sorunun cevabının belirsizliğinden kaynaklanıyor.

sonra ne olacak?… çocuklarımızı sistemin dışında bırakarak onların geleceğine istemeden de olsa ipotek mi koymuş olacağız? çocuklarımız meslek sahibi olabilecekler mi?…ekonomik özgürlüklerini nasıl kazanacaklar?… gibi sorular, sadece, okulsuzluğu bir seçenek olarak değerlendiren ailelerin değil, okulsuzluğa gönül vermiş ve bu konuda bir ilerleme göstermiş ebeveynlerin de cevap vermekte zorlandıkları soruların başında geliyor.

öncelikle şunu yinelemekte fayda görüyorum; biz, aile olarak, yaşantımızı şekillendiren adımları atarken, “yarın” ı kontrol edebilme gücümüz olmadığını da varsayıyoruz. kararlarımızı verirken bu yaşam felsefesi bize kılavuzluk ediyor. çocuklarımızın gelecek yaşantılarını, ince ayrıntılarla planlamanın da ebeveyn olarak bizim görevimiz olduğunu düşünmüyoruz. bugüne kadar, elimizden geldiği kadar, “şimdi” ye yatırım yapmak için çabaladık. bunu yaparken, çocuklarımızın akademik gelişimlerini maksimum seviyeye çıkarma gayretiyle değil; aile bağlarımızı güçlendirmek, çocuklarımızın duygusal gelişim dönemlerinde yanlarında olmak, ve onların ilgi duydukları konularda ilerlemelerine destek verebilmek amacıyla yaptık. bundan fazlası bizim de elimizden gelmiyor ve ileride de gelemeyecek.

diğer taraftan, çocuklarımızın belli bir yaştan sonra meslek edinme konusunda seçeneklerinin olabilmesi, yani bir lise diploması alabilmeleri için destek olmamız gerekiyor. şu anda yaşadığımız eyaletin kanunlarına göre, ev eğitimi yapan aileler, çocuklarının transkriptlerini hazırlayıp, resmi lise diploması verme hakkına sahipler. ikinci bir seçenek olarak; çocuklarımız, bölgemizdeki liseye son sınıfta kayıt olup, sene sonunda mezun olarak diploma alabilirler. amerika da evde eğitim yasal olduğu için, diploma almak herhangi bir sorun teşkil etmiyor.

fakat bizim için bu iki seçeneğin de mümkün olmama ihtimali var. hem bülent, hem de ben, 16 senenin sonunda, bütün geleceğimizi bu ülkeye endekslemeye hazır olmadığımızı düşünüyoruz. önümüzdeki 1-2 sene içinde Türkiye ye taşınma planlarımız var. böyle bir durumda, ister istemez yeni seçenekler de üretmek durumunda kalacağız. bu belirsizliklerin üzerine konuşmak elbette çok mantıklı değil. fakat benzer durumdaki ailelere yol gösterebilir umuduyla, bu konudaki düşüncelerimizi (lise diplomasi alabilmek için) şöyle özetleyebilirim.

ilk olarak; açık ortaokul ve açık liseyi bitirmek her zaman mümkün olabilir (okuduklarımdan anladığım kadarıyla, açık ortaokula kayıt için, halk eğitimden alınacak ikinci kademe okur yazarlık belgesi isteniyor. açık ortaokul ise, toplam 1 senede bitirilebiliyor. bir senede üç sınav dönemi varmış ve her sınav döneminde bir üst sınıfa geçilebiliyormuş. açık lise hakkında ise pek bir bilgim yok ama belki sınavlar normal liseye göre daha az yorucu olabilir). fakat bu seçeneklerin, “bizim ailemiz” için en ideal çözüm olabileceği konusunda tereddütlerimiz var. çocuklarımızın akademik İngilizce den akademik Türkçe ye adaptasyonları, en az 2-3 sene alabilir. üstelik açık liseye devam etmek, okulsuzluktan tamamen uzaklaşmak anlamına da gelecektir.

ikinci bir seçenek olarak; çocuklarımızı, yurtdışında (türkiye de lise denkliği olan) online bir programa kayıt ettirip, lise diplomalarını bu program aracılığıyla almalarını destekleyebiliriz. eğer denkliği sağlayabilirsek, bu, belki de izleyebileceğimiz en mantıklı yol gibi geliyor. fakat, bu durumda da yine, alternatif eğitim üzerine uzmanlaşmış, daha esnek bir program bulmamız gerekecektir. (ben oak meadow waldorf lisesini (online) araştırıyorum, ama denklik konusunu henüz bilmiyorum)

son seçeneğimiz ise; çocuklarımızın lise “son” sınıfı yurtdışında bitirmeleri olabilir. fakat bu seçenek bizi, hem maddi hem de manevi açıdan oldukça zorlayacaktır. yine de lise son sınıfa kadar okulsuzluğa devam edebileceksek bizim için zor da olsa bir çıkış yolu olarak denenebilir. fakat türkiye de ev eğitimi henüz resmi olmadığı için; liseye kayıt sırasında, aradaki boşluğu nasıl dolduracağımız, eğer talep edilirse transkriptleri nasıl bulacağımız da belirsizlikler arasında. bu durumda, formal bir ev eğitimine devam ettiğimizi göstermenin yollarını bulmak zorunda kalabiliriz.

görünen o ki, ilk aşama olan “lise diploması” alabilmek için bile aşılması gereken bir çok zorluklar var, ama seçeneklerimiz de yok değil. açıkçası her ailenin kendi şartlarına göre alternatifleri araştırırak, türkiye deki eğitim kanunlarını iyi çalışarak, mutlaka bir çıkış yolu bulabileceğini düşünüyorum.

peki sonrasında üniversite eğitimi nasıl olacak?

hepimiz biliyoruz ki, bundan 20-30 sene önce, üniversite mezunu olmak bir çok genç için bir ayrıcalıktı. fakat günümüz koşullarında üniversite eğitimi, gençleri çoğu zaman bir kağıt parçasına endeksleyip, iş ve meslek sahibi olma konusunda, hayali bir tatmin duygusu sağlamaktan öteye geçemiyor. çoğu genç, mezuniyetten sonra yıllarca iş bulamama yada bulduğu işte de mutlu olamama gibi sorunlar yaşıyor. üstelik üniversitelerde verilen eğitimin kalitesi, tartışmaya oldukça açık bir konu. dünyanın bir çok yerinde üniversitelerin, yani dört yıllık fakültelerle sürekli mezun üreten fabrikaların, araştıran, sorgulayan, yeni bilgi ve bakış açıları geliştirebilen gençler yetiştirmesi çoğu zaman mümkün olmuyor.

doktora eğitimim sırasında, yaklaşık 6 sene boyunca, amerika daki iyi devlet üniversitelerinden birinde araştırma görevlisi olarak çalışmış ve araştırmalarım sırasında farklı bölümlerde derslere girerek, üniversite öğrencilerini yakından gözlemleme fırsatı bulmuştum. bu gözlemlerin sonucuna dayanarak şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki; amerika ‘da üniversite eğitimi, yine bir “sürü” eğitiminden farksız. öğrenciler büyük amfilerin içinde, çoğu zaman ellerinde cep telefonuyla oyalanarak veya uyuklayarak dersi geçiriyorlar, çok az bir kısmı ise ön sıralarda oturarak not almaya çalışıyor. yine sınavlar, ve testlerle, sistem aynı şekilde devam ediyor. bu yüzden, türkiye’de ki herhangi bir işletme fakültesinin amfisine oturup, sadece profesörü dinleyip not alan bir öğrencinin aldığı eğitim ile, amerika da prestijli bir üniversitenin amfisinde oturup yine aynı yöntemle ders dinleyen bir öğrencinin aldığı eğitim arasında pek bir fark olacağını zannetmiyorum. maalesef dünyanın bir çok ülkesinde üniversite eğitimi, bilgiyi tek yönlü olarak büyük topluluklara aktarmak ve bu tarz bir eğitim üzerinden mezun vermek üzerine kurulduğu için, benim üniversite eğitiminden beklentilerim de oldukça düşük.

kendi üniversite eğitimimdeki deneyimlerim de, yukarıda anlattıklarımdan pek farklı değildi. derslere girmemin tek amacı, profesörün dağıttığı çalışma kağıtlarını almak ve tahtaya yazılanları defterime kopyalamaktı. içe dönük bir kişiliğim olduğu için, kalabalık bir ortamda derse konstantre olup dersi derste öğrenemiyordum. daha sonra evde oturup konuyu tek başıma anlamaya çalışıyor ve sınavlarımda da çoğu zaman başarılı oluyordum. hatta dört seneyi, bu şekilde çalışarak, bölümümden dereceyle mezun olarak bitirdim. fakat, şimdi geriye dönüp baktığım zaman o dört senenin bana ne kattığı konusunda, elimdeki diplomam dışında, somut bir kanıtım yok. elbette sahip olduğum diplomanın bana verdiği ayrıcalığı tartışmak yersiz olur. yine de, bir gencin hayatının dört senesini, bir kağıt parçasının ona vereceği güven duygusuna ve ayrıcalığına sahip olmak için harcaması; ve ebeveynlerin de çocuklarının hayatını bu kağıda endeksleyerek ilkokuldan başlayarak en iyi eğitimin (!) peşinden koşması, bana pek de mantıklı gelmiyor.

üstelik, lise eğitimi biter bitmez, üniversite eğitiminin hemen başlaması, çocuğumuzun sene kaybetmemesi vs. gibi daha absürd ve kalıplaşmış düşüncelerimiz de bu çarpık düzene eşlik ediyor. çoğumuz, hayatın tek amacını, lineer bir şekilde sürekli yükselerek bir sonraki adıma kavuşmaktan ibaret görüyoruz ve çocuklarımıza yine erken yaşlardan itibaren aşıladığımız duygu da bu oluyor: liseyi bitireceksin, üniversiteyi bitireceksin, belki (hatta mutlaka) yüksek lisans yapacaksın, ve meslek sahibi olup para kazanacaksın… ama gerçekler ve gerçek hayatlar böyle akıcı bir şekilde devam etmiyor. çoğu genç üniversiteden mezun olduğu zaman, sudan çıkmış balığa dönüyor. daha hayatın ne olduğunu bilmeden, hayat için savaşmaya başlıyor ve belki savaşamadan bunalıma giriyor. halbuki hayat, karşımıza çıkan adımları tek tek tamamlayarak bir hedefe varacağımız, ve sonunda “hep” veya “her koşulda” mutlu olacağımız bir mantıklar dizisinden ibaret değil. hayat karmaşık, hayat düzensiz, hayat belirsiz, hayat kesin değil… buna karşılık, içinde bulunduğumuz sistem, çocuklarımıza, “doğru” adımları takip ettikleri müddetçe herşeyin mükemmel olacağı gibi yanlış bir mesajı, sürekli bizleri uyuşturarak aşılıyor.

açıkçası, çocuklarımız için hep güzeli ve iyiyi hayal eden ebeveynler olarak, onların hayatlarını bu yanlış algı üzerine kurmalarını istemiyoruz. gerçek hayatı tanımak için çok küçük yaşlardan itibaren onlara fırsatlar verebilmek zorunda olduğumuzu düşünüyorum. bu noktada; üniversite zorunlu değil, çocuklarımız için sadece bir seçenek olabilmeli; çünkü hayatı tanımak, üniversite eğitimi balonunun içinde pek mümkün olamayacaktır; ve çocuklarımızın bunun farkında olmaları için de bir ebeveyn olarak çaba göstermek zorunda olduğumuzu hissediyorum.

günümüzde, modern teknoloji sayesinde, her an, her bilgiye ulaşabilmek mümkün. o halde bir üniversite ders kitabı üzerinden, bilginin öğrenilmesini veya ezberlenmesini tekrar tekrar sorgulamak da zorundayız. mesela çocuklarımın bir zanaat öğrenmesini ve bu işi yapabilen ender kişilerden biri olmasını; onbinlerce iktisat (veya mühendislik fakültesi veya herhangi bir fakülte…) mezunundan biri olup, bir banka memuriyeti işi için savaşmasından (ve akabinde sürekli yükselmek için çalışmasından) çok daha değerli ve anlamlı buluyorum.

belki de, bu noktada en çok ihtiyacımız olan, bize sürekli empose edilen “mükemmel hayat”ın anlamını ve bunun gerçekliğini sorgulamak olabilir. az önce de bahsettiğim gibi, çocuklarımızın hayatını , mükemmel bir eğitim almak, mükemmel bir mesleğe, işe ve kazanca sahip olmak gibi yanılgıların üzerine inşa ederken veya etmeleri için onları motive ederken, defalarca düşünmemiz gerekiyor.

elbette, biz de, zaman ilerledikçe, çocuklarımızla bu düşüncelerimizi paylaşmayı ve üniversite alternatifleri üzerine sohbetler etmeyi düşünüyoruz. fakat “şu an” için, olasılıklar üzerine hazırlanmak yerine, bugüne yatırım yapmamızın yeterli olacağını ve okulsuzluğu benimsemiş çocukların kendi hayatlarının sorumluluğunu alacağına inanıyorum.

yine bu konuda, bu sene başında okuduğum bir kitap beni hem motive etti hem de konuya değişik perspektiflerden bakış açısı geliştirmemi sağladı. kitabın ingilizce ismi (türkçe çevirisi olduğunu zannetmiyorum)Better Than College: How to Build a Successful Life Without a Four Year Değree (by Blake Boles). kitap, dört senelik üniversite eğitimini tercih etmeyerek veya yarıda bırakarak hayatlarının akışını çok daha pozitif yönde değiştirebilen gençlerin ve ünlülerin hikayelerinden kesitler sunuyor ve gençlerin üniversite eğitimi olmadan kendi hayatlarını kazanabilmeleri için stratejiler veriyor. ileride, çocuklarımızın, bu ve benzeri kitapları okuyarak farklı perspektifler kazanmaları ve üniversite dışında çeşitli seçenekleri de değerlendirebilmeleri için destekleyeceğiz.

elbette, madalyonun bir de diğer yüzü var. çocuklarımızın üniversite eğitimini tercih etmeleri ve özellikle mühendislik, matematik veya fen bilimleri gibi alanlarda kendilerini geliştirmek istemeleri de olasılıklar dahilinde. bu durumda da çocuklarımızın üniversite eğitimlerine devam edebilmelerinin bizim değil, sadece kendi gayretleriyle olabileceğine inanıyorum. böyle bir durumda büyük bir ihtimalle lise öğrenimleri sırasında dışarıdan ders desteği almaları gerekecektir (ingilizce veya türkçe). eşim mühendis, bende matematikçi olduğum için, her ikimizde kendimizi belirli konularda çocuklarımıza destek olabilecek seviyede hissediyoruz. zaten öğrenme motivasyonu olan bir çocuğun, üniversite sınavıyla ilgili alan konularını bir iki senede toparlayabileceğini düşünüyorum. ilk ve orta öğretimini, içsel motivasyonu kırılmadan tamamlamış, ne istediğinin farkında olan bir genç, sınav teknikleri üzerine de kendini geliştirerek bu sınavlarda da mutlaka başarılı olur gibi geliyor.

bu süreçte, her gencin meslek seçimi için geniş zamana sahip olması gerekliliğine de inanıyorum. gençler, çoğu zaman, aile baskısı sebebiyle , sadece sınavı kazanıp üniversiteye girebilmeyi hedefliyorlar. halbuki bu yaşlar, ilgi alanlarımızı keşfedip bütün hayatımızı tek bir mesleğe adamak için de oldukça erken yaşlar (çoğu genç için).. yine kendimden örnek verecek olursam, bütün eğitim hayatım boyunca, matematik aşkıyla yanıp tutuşan bir öğrenciydim. benim için konuları anlamak, herkesin zayıf aldığı bir sınavdan ortalamanın çok üstünde bir not almak oldukça kolaydı. ama şimdi geriye dönüp baktığım zaman matematik bölümünde okumak, belki de yaptığım en büyük yanlışlardan biriydi. halbuki ben, matematiğin günlük hayattaki uygulamalarını seviyordum. belki, endüstri mühendisliği gibi bir mühendislik dalı bana çok daha uygun olabilirdi. daha da sonraları, 30 lu yaşlarımdan sonra, bütün ilgi alanlarım yine değişmeye başladı. bence bir çoğumuz için, tek bir mesleğe sahip olup değişmeyen, gelişmeyen bir noktada kalmak çok tehlikeli olabilir. çünkü yaşam ilerliyor, insan gelişiyor, ihtiyaçlarımız, yeteneklerimiz ve ilgi alanlarımız değişiyor. yaşadığımız çağ, kendi yeni mesleklerini de yaratıyor. okulsuzluk, bu sebeplerden de, insanın kendini, bu değişime ayak uydurabilecek fırsatlarla donatabilmesine, sürekli öğrenebilmesine ve kendi iç motivasyonunu sağlayabilmesine olanak veriyor. (aşağıdaki linkte, Peter Gray (Free to Learn in yazarı) in, okula gitmemiş yetişkinlerle yaptığı araştırmasının sonuçlarını ve bu yetişkinlerin kariyer seçimleri ile ilgili düşüncelerini okuyabilirsiniz(ingilizce).)

https://www.psychologytoday.com/blog/freedom-learn/201406/survey-grown-unschoolers-ııı-pursuing-çareers

yine çocuklarımızın üniversiteyi tercih etmesi durumunda, yurtdışında üniversite olasılıklarını da değerlendirmek seçeneklerimiz arasında.   fakat, burs alamama durumunda, yurtdışındaki üniversitelerin yıllık masrafları (yaşam giderleri de dahil olmak üzere) 15-30 bin doları bulacaktır. maalesef dört çocuk için, bu fırsatı eşit olarak sağlamak bizim aile olarak içinden çıkabileceğimiz bir durum değil. amerika da üniversite eğitimine devam eden bir çok genç de, eğitimleri sırasında bankadan eğitim kredisi alıyorlar ve daha mezun olmadan yüzbinlerce dolara varabilen bir borcun altına giriyorlar. zaten böyle bir borcun altına girilmesi, kişinin bütün geleceğini ipotek altına alması anlamına da geliyor. etrafımız, mezun olduktan senelerce sonra bile, iyi bir işte çalışmasına rağmen, eğitim kredileri yüzünden belini doğrultamamış, borç deryasında yüzen insanlarla dolu. yani okyanusun bu tarafında da her şey dört dörtlük değil maalesef.

çocuklarımız için üniversite konusunda daha avantajlı bir eğitim (yine okulsuz eğitim süreci sonucunda),   büyük devlet üniversitelerinden ziyade, küçük kolejlerden tam veya yarı-burs alabilmeleri, ve hem çalışıp hem de okuyarak okul masraflarını kazabilmeleriyle mümkün görünüyor. bildiğim ve araştırdığım kadarıyla, amerika nın en iyi üniversiteleri de dahil olmak üzere (Stanford, MİT, Harvard, vs ), bir çok üniversitenin ev eğitimi alan gençler için özel kontenjanları var. bu öğrenciler, farklı bir öğrenim sürecinden geçtikleri, ve okula giden yaşıtlarına göre, daha farklı düşünebildikleri için kabul sırasında tercih ediliyorlar. fakat çocuklarımızın yurtdışında “burs kazanarak” üniversiteye kabul alabilmeleri,   yine çok yüksek test skorları ve çok zengin bir başvuru dosyasına sahip olabilmelerinden geçiyor. bence bunları da gerçekleştirebilmek kesinlikle ebeveynlerin elinde değil, tamamen çocukların motivasyonuna bağlı.

bütün bu olasılıkları değerlendirdiğimiz zaman, bazen kendi çocuklarım için Türkiye de bir üniversite eğitimi almanın daha mantıklı olabileceğini de düşünüyorum (çocuklarımızın tercihleri üniversite eğitimi alma yönünde olursa). diğer taraftan İngilizce öğrenmeyi tercih eden ve okulsuz büyümüş bir çocuğun, Türkçe bir sınavda başarılı olması, ve üstelik öncesinde denkliği olan resmi bir lise diplomasi almış olması ne kadar mümkün olabilir, şimdiden kestiremiyorum. yine de, çocuğun veya gencin üstün gayretinin ve motivasyonun; ve ailenin desteğinin önemli olduğunu düşünüyorum.

bu bölümün başında da belirttiğim gibi, belki de işin en zor kısmı olasılıklar üzerine konuşmak. evet, okulsuz çocuklar için belirsizlikler çok fazla, fakat okula giden çocuklar için de geleceğin garanti olduğunu düşünmüyorum. bana çocuklarınız üniversiteye gitmeyecekler mi?, sınava girmeyecekler mi ? peki ne iş yapacaklar? gibi sorular yöneltildiğinde, çoğu zaman cevap verme gereği duyamıyorum, çünkü cevabı henüz bende yok (belki 5-6 sene sonra?). elbette ben de karşılık olarak şu soruyu yöneltebilirim; peki siz çocuklarınızın bunları başarabilecekleri ve sevdikleri bir işe sahip olabilecekleri garantisini nasıl veriyorsunuz? (özellikle de okula giden çocukların kendilerini keşfetme konusunda ne kadar az zamanlarının olduğunu da hesaba katarsak…). elbette bunları sorma yetkisi bende değil, olmamalı da. ama hepimiz ebeveyn olarak ezbere yol almak veya tek bir doğru yol olduğunu varsaymak yerine, elimizdekileri sorgulayabilmeli ve üzerinde derinlemesine, uzun uzun düşünüp tartışabilmeliyiz.

okullu veya okulsuz; çocuklarımıza kendi ideallerimizi empose etmeyerek, zaten en önemli adımı atmış oluyoruz. ve daha da önemlisi onların kendi potansiyellerine ulaşmaları için, yollarından çekilebilmeyi de öğrenirsek, bizim için şu anda hayal etmesi zor olan “sonra” lar da bir gün mutlaka gerçekleşecektir. evet, “sonra” yi garantilemek mümkün değil ,ama sorgulayan, düşünen, farklı perspektiflerden bakmayı öğrenmiş ve duygu dünyası gelişmiş gençlerin, kendi yollarını açabileceklerine de kalpten inanıyorum.

HOŞGELDİNİZ

Toprak ve doğayla bütünleşmek, evde üretmek, çocuklarımızla okulsuzluğu öğrenmek ve yavaşlamak için çabalayan altı kişilik bir aileyiz. Ziyaret ettiğiniz için teşekkürler.