okulsuzluğu daha iyi anlamaya çalıştığımız, çocuklarımızla birlikte bir bütünün parçası olabilmenin önemini iyice farkettiğimiz, ve bol bol seyahat ettiğimiz ilk iki yılın ardından, ağustos ayı kapımızı çalmaya başladı. almila 8 yaşına girmişti, ve artık yasal olarak evde eğitim sürecine başlamak için eğitim bölgemize başvuru yapmak zorundaydık. açıkçası bu durumdan biraz da rahatsızdım. son iki sene içinde, başımızın çaresine bakmayı öğrenmiş, okulsuzluğu hayatımızın merkezine taşıyarak, ailece hep beraber öğrenmeyi benimsemiştik.
pek istemeyerek de olsa, okulla ilk iletişimimizi gerçekleştirip, doldurmamız gereken formları eve getirdik. daha öncesinde, fırsat buldukça internet üzerinden kanunları okuyup yasal haklarımız hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmıştım. kanunları okudukça, uzayıp giden evrak işleri, gözümde büyümeye başladı. maalesef bizim yaşadığımız Pennsylvania eyaleti de dahil olmak üzere, New York, Vermont, ve Massachusetts gibi bazı kuzey batı eyaletlerinde, ev eğitimi kanunları, diğer bir çok eyaletle karşılaştırıldığında oldukça katı düzenlemeler içeriyordu. öğretilmesi gereken dersler tek tek listelenmişti ve bu derslerin evde işlendiğine dair hazırlayacağımız portfolyonun, sertifikalı bir öğretmen tarafından değerlendirilmesi zorunluydu. diğer taraftan, bir çok eyalette, evde eğitim yapıldığına dair herhangi bir kayıt tutma zorunluluğu dahi duyulmuyordu. evde eğitiminin özel okul statütüsünde görüldüğü bazı eyaletlerde ise, müfredatın seçimi de tamamen serbest bırakılmıştı; aileler sadece uygun gördükleri konularda eğitim verebiliyorlardı.
( bu noktada, adı sık sık geçecek olan “eyalet” kelimesini kısaca açıklamakta fayda görüyorum. amerika daki eyaletleri, kendi iç yasalarını tayin eden küçük devletçikler olarak da tanımlayabiliriz. eyaletler bölgelere ayrılıyor, bölgeler de kendi içinde de irili ufaklı yüzlerce şehir barındırıyorlar. bütün bu eyaletler, aynı zamanda, amerika birleşik devletleri adıyla bildiğimiz federal devletin de yasalarına uyum sağlamak zorundalar. üst devlet, alt devletin iç yasalarına müdahale edememesine rağmen, kendi yasalarına da uyum zorunluluğu getiriyor. aslında amerika birleşik devletlerini, federal devletle uyum içinde çalışan devletlerin oluşturduğu , avrupa birliğine benzer bir yapı olarak da ifade edebiliriz . eğitim yasaları açısından biraz daha detaylandırmam gerekirse; federal devlet, eğitimde başarının ve kalitenin yükselmesi ve reformların uygulanması için stratejik çalışmalar ve araştırmalar yaparken; eyaletler ise, müfredat seçimi, öğretmen yetiştirme programları ve okulların düzenlemeleri, ve öğretim metod ve materyallerinin geliştirilmesi de dahil olmak üzere, eğitimin bütün iç işlerinde söz sahibi olma yetkilerine sahipler. bu yüzden ev egitimi yasalari da eyaletten eyalete buyuk farklılıklar gösterebiliyor.)
resmi başvuru için ilk yapmamız gereken, yasal olarak listelenen ders konuları ile ilgili eğitim amaçlarımızı yazmaktı (toplam 11 ders için; ingilizce (okuma, yazma ve dinleme), matematik, fen bilimleri, amerika ve eyalet tarihi, coğrafya, vatandaşlık eğitimi , fizyoloji ve sağlık eğitimi, müzik, resim, beden eğitimi ) . yani matematikte neler öğreneceğiz, ingilizce de nasıl bir ilerme kaydeceğiz vs gibi her dersle ilgili hedeflerimiz ayrı ayrı detaylandırılmalıydı. bunları yazmak zor değildi ama bu yazdıklarımızı yerine getirme zorunluluğu beni ürkütmüştü. belki ürkütmekden ziyade; bütün bu yasal zorunluluklar içinde çocukların kendi ilgi alanlarını keşfetmelerini kısıtlayacak formal bir ev eğitimine geçiş yapma durumunda kalmak canımızı sıkmıştı. ( ileride, sistemin nasıl işlediğini öğrendikçe bu sistemden de çıkış yollarını bulacaktık).
derslerle ilgili eğitim hedeflerimizi/amaçlarımızı yazdıktan sonra, çocuklarımızın yasal varisi olduğumuzu, evde eğitim vermeye yetkin olduğumuzu (PA eyaletinin kanunlarına göre lise mezunu olmak), ev eğitimini İngilizce olarak yapacağımızı, son beş sene içinde herhangi bir suça karışmadığımızı ve çocuklarımızın sağlık tetkiklerini yaptırdığımızı taahhüt eden bir belgeyi de noter huzurunda imzalamamız gerekiyordu.
bütün bu işlemleri yapmak; yani eğitim hedeflerimizi yazmak ve gerekli belgeleri noter huzurunda imzalamak, ev eğitimine resmi olarak başlamamız için yeterliydi.
*************
burada yine bir virgül koyarak, ev eğitimi ve okulsuzluk arasındaki farklardan da bahsetmek istiyorum. bu iki yönelim arasında, bana göre derin epistomolojik farklılıklar var: bilgiye nasıl ulaşılacağı, veya bilginin nasıl edinileceği ile ilgili düşüncelerimiz, yani hayat felsefemiz de bu vereceğimiz kararla yakından ilgili.
geleneksel anlamda ev eğitimi (homeschooling), ev içerisinde okulun küçük bir replikasını oluşturmak demek. ev eğitiminde; eğitim hedefleri yazılır, öğrenilmesi gerektiğine inanılan bilgilerden oluşmuş bir müfredat takip edilir ve başarı değerlendirmesi yapılır. buradaki epistomolojik yönelim de şöyledir: bilgi bizim dışımızda zaten vardır. insanın amacı da bu bilgiye en doğru ve en hızlı şekilde ulaşıp kendisini geliştirmektir. bu çoğu zaman pasif bir öğrenmeyi gerektirir.
amerika da, geleneksel ev eğitimine yönelen ailelerin çoğunluğu, bunu, dini eğitimi temel almak ve çocuklarını okulun zararlı ve dine ters olan yönelimlerinden korumak için tercih ederler. diğer taraftan, alternatif eğitime (Waldorf, Montessori vs gibi) sıcak bakan, fakat özel okula yatırım yapmak istemeyen aileler de, ilgili müfredatları satın alarak evde uygulama yolunu seçebiliyorlar.
yine amerika da, farklı içeriklerde ve farklı eğitim anlayışlarına uygun çok sayıda müfredata ulaşmak mümkün. müfredat yazımında uzmanlaşmış bir çok şirket olduğu gibi bazı aileler, müfredatlarını kendileri yazıyorlar (hatta bu müfredatları satarak geçinen aileler bile var). geleneksel yöntemlerle ev eğitimini uygulayan aileler günün belirli saatlerini çocuklarıyla 1-1 ders çalışarak geçirmek zorundalar. fakat, evde 1-1 çalışma gerçekleştiği için , okulda haftada 6 saat matematik dersi alan bir çocuk için, bu süre ev ortamında 2 veya daha az saate inebilir. yine aileler haftanın 5 günü yerine sadece 3 veya 4 gününü evde eğitim için ayırabilirler. evde eğitimi seçen aileler, çocuklarının performans değerlendirmelerini de genellikle ödev yoluyla veya devletin sunduğu farklı sınav seçenekleriyle yapabiliyorlar.
okulsuzluk (unschooling) ise, müfredat üzerinden ilerlemez; çocuğun kendi ilgi alanlarını keşfetmesini teşvik eder. ailelerin görevi de çocuğun bu keşifleri yapmasına yardım edecek ortamı hazırlamak ve çocuğun yolculuğu sırasında ihtiyacı olan bilgiyi kendi deneyimleriyle edinebilmesini kolaylaştırmaktır. okulsuzluk, çocuğun içten gelen bir öğrenme ve keşif kapasitesine sahip olduğunu ve çocuğun ev ortamında buna en doğal şekilde ulaşabileceğini varsayar. epistomolojik açıdan bakıldığında ise; herkesin edinmesi gereken bilgi, o kişinin gereksinimlerine göre farklılık gösterir. bilgiyi oluşturmak kişinin görevidir ve ona ulaşmak için tek bir yol yoktur. buna bağlı olarak edinilen bilgi de çoğu zaman subjektiftir.
John Holt “Çocuklar Nasıl Öğrenir?” kitabında şöyle der “çocukların ihtiyacı olan yeni ve daha iyi bir müfredat değildir, gerçek dünyaya daha fazla ulaşabilme fırsatıdır; kendi deneyimleri üzerine düşünebilecekleri, ve hayal güçlerini ve oyunu kullanarak bu deneyimlerini anlamlı hale getirebilecekleri bol zaman ve mekandır”.
aile olarak, bizim de, okulsuzluğu ev eğitimine tercih etmemizde, kendi hayat felsefemizin büyük etkisi var. mesela ben, insanın var oluş amacının, insanın özünde var olan bilgeliğe (veya potansiyele (iyiye) ulaşmak) olduğunu düşünüyorum. diğer taraftan içimizdeki bilgeye ulaşmak için, tek bir doğru yolun olduğuna, veya olabileceğine de inanmıyorum. yani herkesin bilgiye ulaşımı ve o bilginin kendi iç keşifleri için önemini algılaması farklı olacaktır. şöyle de diyebiliriz; bazı insanlar hayatın gizemini sayılarla keşfeder, bazıları gökyüzüne bakarak, yani astronomy ile, bazıları da toprakla uğraşırken keşfeder. ve herkes, kendi hisleri, deneyimleri ve algısıyla edindiği bilgiyle, kendi gerçeğini oluşturur. bu yüzden edindiğimiz bilginin doğruluğu da çoğu zaman subjektif ve tartışmaya açıktır. mesela, bir masa hepimiz için dört ayak üzerinde duran bir ahşap parçasını temsil etmez. masayı sadece yemek yemek için kullanan birine masa nedir diye sorduğumuz zaman, üzerinde yemek yenilen bir eşyadır der. başka bir kişi, masayı çalışmaları, yazışmaları, sanatı vs için kullanır, ve o kişiye masa nedir diye sorduğumuzda, karşımıza çok daha derin anlamı olan bir nesne çıkar. hatta benim hayatımı geçirdiğim yer bile diyebilir. masayı sadece yemek yemek için kullanan kişiye, aslında sen masanın potansiyelini henüz anlamadın, bak bunu da yapabilirsin dediğimiz zaman, o kişi için bu bir anlam ifade etmeyebilir, çünkü bu onun deneyimleriyle edindiği bilgiye ters düşer. burada yanlış ve doğru da yoktur. yani bilgi yanlış veya doğru da olamaz, o yüzden ölçülemez. mesela savaş sırasında mücadele etmiş bir kişinin eline bir tarih kitabı verip tarih bu derseniz, hayır bu benim bildiğim tarih değil diyebilir. çünkü tarih de aslında insan hikayeleridir, ve her hikaye kişilerin yolculuklarına bağlı olarak farklılıklar gösterir, birisi için zafer, diğeri için yıkım ve acı olabilir. veya bir yerlinin bütün hayatı boyunca yaşadığı dağları anlamlandırması; dağları ve vadileri sadece coğrafya kitabından öğrenmiş ve deneyim etmemiş bir kişiden oldukça farklıdır. özetle herkes edindiği bilgide, geçmişini, şu anı ve geleceğini de taşır.
***********
ev eğitimine yasal olarak başlamamızla birlikte, farklı bir sürecin içine girmiştik. yine kanunlara göre, sene sonunda, her konuyla ilgili yaptığımız çalışmalardan 3-4 adet örnek sunacağımız bir portfolyo hazırlamamız gerekiyordu. daha sonra, belli bir ücret karşılığında tutacağımız bir öğretmen tarafından değerlendirme yapılacak, ve portfolyoyu (değerlendirme mektubu ile birlikte) bulunduğumuz şehrin eğitim müdürlüğüne teslim edecektik. buna ilavaten, okuduğumuz/faydalandığımız kaynakları gösteren ve senede 180 saat eğitim yaptığımızı tescil eden bir belge (eğitim logu) de hazırlamalıydık. son olarak; ilkokul döneminde, üçüncü ve beşinci sınıflarda, çocuğumuzun eğitim seviyesinin eyalet standartlarında olduğunu gösterecek bir değerlendirme sınavına tabi tutulması gerekiyordu (matematik ve ingilizce alanlarında). almila nın ev eğitimine 8 yaşında, yani resmi olarak üçüncü sınıfta başladığımız için, ilk senemizin sonunda bu sınavı da almalıydı.
bütün bu zorunluluklar, resmi ev eğitimine başladığımız ilk aylarda, bizi okulsuzluktan uzaklaştırıp, daha müfredata dayalı bir öğrenme sürecine itmeye başladı. hatta waldorf eğitimine dayalı bir müfredat satın alıp, bunu uygulamaya çalıştığım bir zaman dilimi geçirdik. fakat okulsuz geçirdiğimiz iki senenin ardından, oturup 1-1 ders çalışmak, ne almila nın hoşuna gidiyordu, ne de ben bunu doğal karşılıyordum. zaten buna teşebbüs ettiğimiz zamalarda canımız sıkılıyor, ve bir müddet sonra da daha eğlenceli aktivitelere ve oyunlara yöneliyorduk.
ilk 1-2 aydan sonra, yasal zorunlulukların bizi kısıtlamaya başladığını farkettim. bu yasal zorunlulukları anne baba olarak yerine getirmeliydik, ama çocuğumuz bunu yerine getirmek zorunda değildi. daha önce defalarca deneyim ettiğimiz gibi, onlar her gün öğrenmeye devam ediyorlardı. mesela almila kitap okurken, bir taraftan okuduğunu anlamayı, diğer taraftan grameri, farklı cümle yapıları kurmayı, ve imla kurallarını da öğreniyordu. bunları öğrendiğini almila nın ispat etmesi gerekmiyordu. bunu uygun bir şekilde yetkililere sunmak ve ispatlamak bizim görevimizdi.
bu düşüncelerle, öğrenmeyi gösterebileceğim yollar aramaya başladım. uzun bir müddet internette portfolyo örnekleri aradım. edindiğim bilgiler bana, portfolyonun farklı şekillerde sunulabileceğini gösteriyordu. aslında kanunlar oldukça esnekti. eğitim hedeflerimizi yazmıştık, ama yıl sonunda bu hedeflerin hepsini gerçekleştirdiğimizi ispatlamamız gerekmiyordu. sadece okul yılı başından sonuna kadar, çocuğumuzun ilerleme kaydettiğini göstermeliydik. elbette formal evde eğitim yapan, her gün 1-1 ders çalışan aileler için portfolyo hazırlamak, bütün kağıtları dosyalamaktan ibaretti. bizim gibi okulsuz aileler ise, öğrenmeyi “ispatlamak” için, genelde resimli (scrapbook tarzında) portfolyo oluşturmayı tercih ediyorlardı. yaşayarak öğrenen çocuklar için, benim de sarılabileceğim tek yöntem buydu… bunu farkettikten sonra fotoğraf makinamiz da günlük yaşantımızın bir parçası haline geldi.
ilk günlerde, almila nın gün içinde yaptığı çalışmaları ve aktiviteleri gözlemleyerek, ufak notlar almaya başladım. daha sonra yavaş yavaş, yaptığı çalışmaları, resimleri, ve yazılarını bir dosyanın içinde topladık. okuduğu kitapları tek tek not aldık. fırsat buldukça, özellikle dışarıda katıldığımız eğitim etkinlerinde, müzelerde, ve gezilerimizde sürekli fotoğraf çektik. zaman içerisinde not alma konusunda biraz tembellik etmeye başladım ama fotoğraf makinası her konuda imdadımıza yetişiyordu. bu arada almila nın okuma düzeyine ve yaşına uygun farklı konularda (coğrafya, tarih, doğa bilimleri ve hayvanlar alemi, vs. gibi) kitaplar da bulmaya ve satın almaya başladım. almila bu kitapları da severek okumaya, ve ihtiyacı oldukça referans olarak kullanmaya başladı. uzun yolculuklarımızda, çocukların eğitici dvd leri izlemelerine olanak verdik (national geography, bbc belgeselleri vs gibi). sesli kitaplar ise, yine uzun yolculuklarımızda ve çok uzun kış aylarında kurtarıcımız oldu, hem de portfolyomuzu zenginleştirdi.
diğer önemli bir konu ise matematikdi. bugüne kadarki okulsuzluk sürecimizde, ev eğitimine kaydığımız, ve almila’yla formal ve 1-1 çalışma yapmamızı gerektiren tek konu matematik oldu. öncelikli amacımız, çocuklarımıza matematiği sevdirebilmek ve gündelik yaşamlarındaki önemini anlatabilmekti. almila’ nin, montessori döneminde, matematikle arasında maalesef bir kopukluk olmuştu. matematiğe oldukça önyargılı bakıyor ve sıkıcı buluyordu. öncelikle bunu düzeltmeliydik. fakat, neredeyse beşinci sınıfın sonuna kadar bu konuda başarılı olabildiğimizi söyleyemeyeceğim. bunda yasal olarak evde eğitim yapıyor olmamızın da etkisi oldu. nihayet beşinci sınıf sonlarına doğru; almila’dan ;” matematik aslında çok zevkliymiş, galiba ben matematiği seviyorum ve iyi yapıyorum, matematikte başarılıyım” yorumları ve bana pratik yapmam için ödev verir misin ricaları gelmeye başladı. bu yaklaşım her zaman tutarlılık göstermese de, yine de duygularının olumlu yönde gelişmesi bizi çok mutlu etti.
*********
burada yine küçük bir parentez açma gereği duyuyorum. geriye dönüp almila yla yaptığımız matematik çalışmalarına baktığım zaman, ilkokul döneminde, gerçek hayatta da uygulaması olan, bir kaç kilit konu olduğunu görüyorum. birincisi dört işlem… dört işlemde, toplama ve çıkarmanın, ve bölme ve çarpmanın birlikte ve çok uzun bir sürece yayılarak verilmesi, ve sürekli geri dönülerek pratik ettirilmesi taraftarıyım. fakat dört işlemin öncesinde, çocuğun anlaması gereken çok daha önemli bir konu olduğunu düşünüyorum; basamaklar ve basamak değerlerinin kavranması. bu konunun üzerine ne kadar çalışırsak çalışalım, bir müddet sonra çocuğun bütün işlemleri otomatik olarak yaptığını ve gerçekten basamak değerlerini önemsemediğini farkediyorum. ve bu yüzden her bulduğum firsatta bunun altını çizmeyi ihmal etmiyorum. yine ilkokulda verilmesi gereken ikinci temel konunun kesirler (ve ondalık sayılar, bunların birbirine dönüştürülmesi) olduğunu düşünüyorum. kesirler günlük hayatta, ölçüm yaparken, alışverişlerimizde, mutfakta vs gibi bir çok alanda oldukça sık kullanılıyor. zaten kesirleri ve ondalık sayıları ve bunların basamak değerlerini anlayan ve dört işlemi rahatlıkla yapabilen bir çocuk, cebire giriş öncesinde çok önemli bir yol katetmiş oluyor.
***************
böylelikle, ilk yasal evde eğitim yılımızı, okulsuzluk felsefemize fazla zarar vermeden bitirmiş olduk. ama öncesinde her haziran ayının sonunda yapılması gereken değerlendirmeleri bitirmeliydik. bu işin, bizim açımızdan en stresli yönü de bu oldu. almila nın ilk portfolyosunu hazırlarken, fotoğraflarla birlikte elimizde oldukça fazla döküman biriktiğini farkettiğimizde büyük bir rahatlama yaşadık. yine de bütün belgelerin düzenlenmesi ve sunulur hale getirilmesi için neredeyse 2-3 hafta çalıştığımızı ve oldukça bunaldığımızı hatırlıyorum. diğer taraftan, bütün bu yorucu çalışmaların, beklemediğimiz bir avantajı da oldu. portfolyo, almila ya çok güzel bir güven duygusu kazandırdı. ziyaretimize gelen bütün aile dostlarımıza ve arkadaşlarımıza, bütün sene boyunca yaptıklarını büyük bir coşkuyla anlattı. ve daha da önemlisi, bu işe biraz da şüpheyle bakan aile büyüklerimize gösterebileceğimiz, ve almila nın da ömür boyu saklayabileceği güzel bir anı defterine(kitabına) dönüştü.
almila nın yıl sonunda matematik ve ingilizce konularında alması gereken sınav süreci de korktuğumuz kadar zor olmadı. bu konuda da, bize bir seçim hakkı verilmişti. almila, eyaletin uyguladığı yıl sonu sınavlarına girebilir ya da eyaletin onayladığı özel şirketlere ait sınavlardan birini alabilirdi. biz, hem üçüncü, hem de beşinci sınıfta, toplam 100 sorudan oluşan California Başarı Test’ ini uygulamayı uygun gördük (California Achievement Test). bu testlerin öncesinde herhangi bir hazırlık çalışması yapmadık. tek sıkıntımız, test ve değerlendirme tekniklerini almila ya açıklamak oldu. bunun sadece bir formalite olduğunun da altını çize çize belirttik. bu süreç, almila ya anlamsız gelmesine rağmen, girdiği her iki sınavdan da oldukça yüksek puanlar aldı.
son aşama olarak; almila nın değerlendirmesini yapacak öğretmenle olan görüşmemiz vardı. değerlendirmeyi yapacak olan öğretmenimizin, almila nın katıldığı yazı grubunun öğretmeni olmasına karar vermiştik. öncesinde, ona okulsuzluk yaptığımızı anlatmış, ve değerlendirme yaparken bunu göz önüne alıp alamayacağını sormuştum. öğretmenimiz, kendi çocukları için de müfredata bağlı olmayan ev eğitimi yaptığı için, bu konunun problem olmayacağını söyleyerek bizi rahatlattı. zaten görüşmemiz, oldukça sıcak bir ortamda ve sohbet havasında geçti. iki gün sonrasında da, çok detaylı yazdığı mektubu imzalayarak bize verdi. bütün belgeleri hazırladıktan sonra okula teslim ettik. ve yaklaşık üç hafta sonra, evimizde eyalet standartlarına uygun bir eğitim yapıldığına dair bir onay mektubu ve almila nın bir üst sınıfa geçebileceğini gösteren bir belge gönderildi.
ilk yılımızın en büyük zorluğu, bütün bilinmezlikleri aşarak, okulsuzluğun devamını sağlayabilmekti. fakat ilk seneyi atlattıktan sonra, çocuklarımızın öğrenme sürecine zarar vermeden, benzer prosedürleri yerine getirmek, bizler için çok daha kolay oldu.
önümüzdeki sene, evde yasal eğitimin dördüncü yılına başlıyoruz. bennu nun da üçüncü sınıfa geçip, yasal sürece katılmasıyla belki yine yoğun bir yıl geçireceğiz. diğer taraftan almila, yıl içinde yaptığı çalışmalarını düzenleyerek kendi portfolyosunu neredeyse kendi hazırlar duruma geldi. hatta bennu da geçtiğimiz yıllarda süreci öğrendiği için, o da kendi çalışmalarını dosyalayabiliyor. bizler de haziran ayının son haftasında bütün dokümanları ve ilgili fotoğrafları toparlayıp, yine değerlendirmeye hazır hale getireceğiz.
aşağıdaki fotoğrafları, resmi ev eğitimi için hazırladığımız portfolyolardan derledim ( fotoğraflarda, ortadaki klipsli dosyalar 4. sinif, aşağısındakiler 5. sınıf, üstündekiler 3.sınıf. bennu henüz resmi sürece girmediği için, bu fotoğrafların hepsi almila nın çalışmalarına ait)